6 Temmuz 2018 Cuma

SANAT ESERLERİ NE İŞE YARARLAR?




Çocukluğuma ve gençliğime şöyle bir baktığımda, dinlediğim, okuduğum, seyrettiğim ya da incelediğim sanat eserlerinin bana ne çok şey kattığını farkına varıyorum. Bu düşüncenin vardığı nokta da, sanatçılara teşekkür ve onlara derin ilhamlara veren Yaratıcıya şükran duymak oluyor. Çünkü sanatçılar, bir şeyi sadece düşünmemize değil aynı zamanda yürekten hissetmemize yardımcı olurlar.

Çocukken okuduğum romanlar ve hikayeler, hayal gücümü genişletti. Hediye olarak aldığım ilk kitap “Uyuyan Prenses”ti ve hala renklerini hatırlayabiliyorum. Kitaplardan, insanlara karşı daha hoşgörülü olma duygusunu edindim. “İnsanlara karşı daha hoşgörülü olma fikrine sahip oldum” demiyorum. Zira bir şeyi “fikretmekle” onu hissederek edinmek arasında çok fark var. İnsanları hoş görebiliyordum, çünkü onların kusursuz olmadığını çok küçük yaşta öğrenmiştim. Bazı kavramları da kitaplardan öğrendim. Sözgelimi “Pal Sokağı Çocukları” adlı roman, bana adanmışlığı ve takım çalışmasını öğretti. Nemeçek Erno adlı küçük kahraman, arkadaşları için yaptığı bir fedakarlık sonucu hasta olup ölüyordu. Günlerce ağlamıştım onun için. İlk okuldaydım ve babamın odasına koşarak ona kitabı verip okumasını tavsiye etmiştim. Şu anda da odamda o kitaptan iki tane var.

Ailemin kitaplar konusunda dikkatli seçimleri de, bu konuda asıl yardımcı etken olsa gerek. Elbette ağır kitaplar okumadım. Öyle olsaydı insanlara küsebilirdim de. Bazı kitapları tekrar tekrar okudum. Sözgelimi, lise öğrencisiyken Stratis Mirivilis’in “Mezarda Hayat” adlı romanını dört kez ve orta okul öğrencisiyken Nihat Sami Banarlı’nın edebiyat kitabını tekrar tekrar okuduğumu hatırlıyorum.

Edebiyatla okuyucu olarak tanıştıktan sonra müzikle de dinleyici olarak tanıştım. Müzik beni başka alemlere götürüyordu. Sonraları müziğin sadece eğlence amaçlı bir sanat olmadığını farkına vardım. Aslına bakarsanız hiçbir sanat türü sadece eğlendirmeyi amaçlamıyordu. Zaman içinde Eric Clapton’ı, Dire Straits’i, Neşet Ertaşı, Nusret Fatih Ali Han’ı ve diğer büyük sanatçıları keşfettim. Kitap okur gibi dinliyordum onları. İnsan sesinin ne kadar güzel bir enstrüman olduğunu farkına vardım. Her seste, her müzisyende ayrı bir tat ayrı bir hüzün ve neşe vardı.

Sonraları sinemayı keşfettim. Yine lise öğrencisiyken “Guguk Kuşu” adlı filmi dört kere seyretmiştim. “Selvi Boylum Alyazmalım” adlı filmiyse son birkaç yıldır kaç kere seyrettiğimi hatırlamıyorum. Bir sanat eserinin sadece konusu için seyredilmediğini farkına varmıştım. İnsanların sadece enformatik canlılar olmadığını, sadece bilgi vermek için değil duygularını aktarmak için de konuştuklarını, yazdıklarını ya da ürettiklerini öğrendim. Sinema, bana insan ilişkileri konusunda çok şey öğretti. Anladım ki, hem yaşadığımız dünya, hem insanın kendi dünyası çok genişti.

Elbette “bir müzik eseri dinledim, bir kitap okudum ya da bir film seyrettim ve hayatım değişti” demiyorum. Değişmem ve bazı şeyleri edinmem için çok kitap, çok film ve çok şarkı gerekti ve bu değişim ve edinim süreci sona erecek gibi de görünmüyor.

Şimdi evlerinde son model elektronik cihazlar olan ama kitaplar, seçkin filmler ya da müzik eserleri olmayan insanlara şaşırıyorum. İnsanlığın birikimini çocuklarına kendilerimi taşıyacaklar, kendileri mi iletecekler acaba? Bütün gün şirketinin vizyonu ya da patronlarının hayalleri için çalışıp eve yorgun argın gelen bu insanlar, bu ağır yükü neden üzerlerine alıyorlar? Biz, bir roman, bir film, bir müzik eseri ya da başka bir sanat eserinin yerine geçebilir miyiz? Çocuklarına ev, arsa ya da araba bırakabilmek için mi kitaplardan tasarruf ediyorlar? Daha iyi bir hayat edinmek için para kazanma arzusunu saygıyla karşılıyorum. Ama hayatı duyumsamayanlara para da saadet getirmiyor. Para gelse de tat vermiyor.

Çocuklarıma, içi kitap, müzik arşivi ve sanat eserleriyle dolu güzel bir ev bırakmak istiyorum. Ev yeni olabilir, ama diğer her şey okunmaktan, dinlenmekten ya da kullanılmaktan dolayı eskimiş olmalı.
-----------


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder