6 Temmuz 2018 Cuma

NEDEN YAZIYORUM? (ZORUM NEDİR?)




Aslında dostlarım için yazıyorum. Dostlarım yazdıklarımı okusunlar diye mi? Hayır, benim sonu gelmeyen monologlarımdan kurtulsunlar diye. Bu monologlar nereden doğdu? Size bu sorunun cevabını vermeye çalışayım:

Çocukluktan beri zihnim “neden?” “niçin?” sorularıyla çalışır. Aslında her çocukta bu merak vardır. Bütün çocuklar, merak duygusuyla doğar. Fakat bu konuda benim birkaç dezavantajım oldu:

Birinci dezavantajım, sorularımı sabırla cevaplayan ya da cevaplamaya çalışan bir annem-babam olmasıydı. Cevabını anlamadığım sorular da sorsam, benim anlayabileceğim şekilde bana açıklamaya çalışırlardı. Daha küçük yaşlardayken annem ya da babamla uzun sohbetler yaptığımı hatırlıyorum. Bu bir tür ödüllendirmeydi ve ben de merak duygusunun “iyi” bir şey olduğunu düşünüp onu serbest bıraktım.(!)

Başka bir dezavantajım da okumaya erken başlamamdı. Okuma bilmediğim yaşlarda da aldığım dergiler vardı. Merhum annem beni dizinin dibine oturtur ve bana dergilerimi okurdu. Benim çok oyuncağım, dergim ve kitabım oldu. Okumak da bana Kafka’nın dediği gibi “yeni açıklamalar kadar yeni sorular” da armağan etti. Bu da yeni “neden?” “niçin?” soruları demekti. Bu yorucu döngü, böylece sürdü.

Bütün bunlar bana “düşünür” bir zihin armağan etti. Artık elmadan da, armuttan da söz etsem, (bunlar da basit konular değildir) derin düşünmeye başladım. İçerde oluşan düşünce girdapları an geldi dışa vurmaya başladı. Bu sefer sonu gelmez bir paylaşım süreci ortaya çıktı. İnsan değerli şeyleri kimlerle paylaşır? Elbette dostlarıyla ve yakınlarıyla paylaşacaktır. Bu durumda, dostlarım ve yakınlarım beni sık sık dinlemek zorunda kaldılar. Zaman içinde onları yorduğumu fark ettim ve başka kanallarla düşüncelerimi paylaşmaya karar verdim.

Beş yıl boyunca yaptığım radyo programları ve yazmalarım bana bu konuda yardımcı oldu. Ama gösteri dünyası bana biraz “baştan çıkarıcı” ve kalabalık geldi. “Dinleyiciler” adı verilen kalabalık içinde insanları yitirmeye başladım. Bireyselliklerini kaybetmeye başladılar. Telefon edenlerden, mail yazanlardan ya da mektup gönderenlerden “sadece biri” oldular. Ben de onlar için gecenin içinde sıra dışı biri oldum. Bu ağır bir yüktü. Bütün bu sebeplerle, ağırlıklı olarak yazmaya devam ettim.

Şimdi isteyen yazılarımı okuyor, istemeyen okumuyor. Bu ara diyalogtan çok monologa benzer konuşmalardan da kurtuldum. İnsanlarla, daha bir olağan daha bir yalın şeylerden konuşabiliyorum.

Aklıma gelen derin ya da yalın konuları “nasılsa yazarım” diyerek kendime saklıyorum. Dostlarım da rahat etti ben de. Düşüncelerimi merak edenlere de yazılarımın adresini veriyorum. Madem ki düşüncelerimi merak ediyorlar, işte düşüncelerim burada. Okusunlar, beni de kendilerini de yormasınlar.(!)

Yazmayı çok seviyorum. Yazmak dinlendiren bir bahçe ya da teskin edici bir ilaç gibi. Artık adını siz koyun. Size de öneririm, insanları yormayın, parmaklarınızı yorun derim.
-----------


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder