Şimdilerde düz metinleri acıklı bir müzik eşliğinde okumak ve hüngür hüngür ağlamak moda oldu. Bir de bunları şiir diye okumuyorlar mı insan iyice dağıtıyor!
Ben ne ağlamaya ne de şiir okurken ağlamaya karşıyım. “Erkekler de ağlar” diyenlerdenim! Ama dinlerken veya okurken beni ağlatan şeyin bir asaleti olmalı. Sezai Karakoç’un Leyla ile Mecnun adlı şiirini, İsmet Özel’in “Bir Gece Vakti Bir Dostu uyandırmak” adlı şiirini veya Nurullah Gencin “Yağmur” adlı Na’tını dinlerken veya okurken gözlerim dolar. Attila İlhan’ın “Üçüncü Şahsın Şiiri” veya Aragon’un “Mutlu Aşk Yoktur” adlı şiiri ve buna benzer pek çok şiir de beni hüzünlendirir. Bu şiirleri okurken veya dinlerken yüreğinizi ve zihninizi dolduran çağrışımlar sizi iki büklüm eder. Şiirden (fazla olması gerekmez) birazcık anlıyorsanız, Allah’ın şairlere neler lütfettiğini görürsünüz.
Nurullah Genç’in “Aşk Ölümcül Bir Rüyadır” adlı şiir albümünü kendi sesinden belki yüz kez dinledim. Gülnâre adlı şiirinde yer alan “Hangi nehre baksam akıyorsun derinden” ifadesi şaire büyük bir lütuftur. Bence Tanrının şaire ilham zarfıyla gelen bir hediyesidir.
Nazım Hikmet’in bazı şiirlerini Anadolu tabiriyle yüreğiniz çatlamadan, kahırsız dinleyemezsiniz. Necip Fazıl’ın şiirlerini dinlemek ayrı bir heyecandır. Mehmet Akif’in duyarlığını ve ustalığını ben takdir etmekten acizim.
Büyük ustaların şiirleri her zaman anlaşılmayabilir ve popüler olmayabilirler. Ustaların şiirleri biraz şiirle ilgilenen insanların ilgi alanına girer. Bunu anlayabilirim. Ama “sabah kalktım, seni düşündüm anne” deyip de ağlamanın da bir anlamı yoktur. Anneden bahseden bir şiirin bence hakikaten sağlam bir şiir olması gerekir. Böyle bir konuyu arabesk tarzda ele alıp çar-çur etmemelisiniz. Hele insanların duyarlı olduğu kavramları birkaç satırla malzeme yapıp kolaya kaçmak bana çok komik geliyor. Her insanın annesiyle ilgili hüzünlü anıları vardır ve bunları hatırladığında gözleri dolabilir veya ağlayabilir. Bunu kullanıp prim yapmak çok ucuz bir yoldur.
Hele içerik olarak saçma-sapan şeylerin böyle ciddî bir ses tonuyla okunması da ayrı bir vehâmet. Kötü bir metni veya kötü yazılmış cümleleri güzel okumaya çalışarak onu şiire dönüştürmek mümkün değildir. Şiir, kağıt üzerinde doğar, seslendirirken doğmaz. Seslendirirken şiir yazmak için halk ozanı olmak gerekir.
Hele bir konuda ünlü olduktan sonra şiir okuyorum diye bir şeyler okuyan insanlara da ayrı bir “alerjim” var. Güzel insan, anladık bir alanda başarılısın, çok da güzel. Ama şiire el atma be kardeşim. Durum raporlarını şiir diye okuma be cancağızım. Bana “bugün çok yalnızım” deme. Bu beni etkilemez. Ama Attila İlhan’ın dediği gibi “Kesik bir kol kadar yalnızım” veya Sezai karakoç’un dediği gibi “Sigara külü kadar yalnızlık” de. Şiirin dili budur.
İşin bir yanı da insanlara verilen sefalet duygusudur. Şiir adına okunan şeyler, insanlara harekete geçip bir şeyler yapma arzusu vermiyor. Bu okunan şeyler, durmadan ağlayan, keder ve melankoli tutkunu insanlar ortaya çıkarıyor. Laf aramızda melankoli çok hoş bir duygudur ve bağımlılık yapar.
Bana adam gibi şiir okuyun kardeşim! Dinlerken hep beraber ağlayalım. Ama sonrasında ayağa kalkacak gücümüz ve enerjimiz olsun. Melankoliyi severim. Ama onu ben kontrol etmeliyim, onu şiir yazacak, çalışacak ve umutla yola koyulacak enerjiye dönüştürmeliyim. Yoksa harekete geçmeden sabah akşam ağlamak işime gelmez!
-------------------
Savaş ŞENEL: Vizyonu, Misyonu ve Değerleri
------------------
Sezai Karakoç: “Ağustos Böceği Bir Meşaledir!
Şair, yazar Üstat Sezai Karakoç Hakkında
-----------
Konuyla ilgili film-kitap önerileri yapmak-almak ve yorumlarınız için:
savassenel@hotmail.com
savassenel@savassenel.com
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder