Buradaki notlar, belki bir gün daha uzun birer yazı olacaklar, belki de olmayacaklar. Ama burada kalacaklar. sugarpare
6 Temmuz 2018 Cuma
BU YAZIM, GECE KUŞLARI İÇİNDİR
Artık “gece kuşu” olduğumu ve bu alışkanlıktan vaz geçmem gerektiğini kabul etmek zorundayım sanırım. Bir konudaki bağımlılık hâlinden kurtulmanın ilk şartı, “bağımlı” olduğunuzu kabul etmektir. Merhum Sadri Alışık, bağımlılığı şöyle tarif eder: “Bağımlı olmak, bağımlı olduğunuz şeyi sürekli görme, içme, yeme veya yaşama hâli değildir. Onsuz geçen saatleriniz, onu düşlemekle veya özlemekle geçiyorsa, özlediğiniz, düşlediğiniz ve susadığınız şeyle bir tek saat geçirmeseniz bile, siz o şeye bağımlısınız demektir.” Gün boyunca ve uyumak üzere vakitlice yatağa gittiğim zamanlarda bile, aklım balkonumda veya ofisimde sabahlara kadar okuyup-yazmakta olduğuna göre ben de bir bağımlıyım demektir!
Gecenin keyfinden bir türlü vazgeçemiyorum. Bir kurumda düzenli mesai yapmak yerine, şirketlere dışardan tercümanlık yapmaya, dersler ve seminerler vermeye başladığımdan beri gece kuşu oldum. Çünkü yaptığım çalışmalar, hep zihinsel mesai ve odaklanma gerektiren konulardı. Günün hangi saatleri, böyle çalışmalar için uygundur? Elbette gecenin sessiz ve sükûn dolu saatleri! Sizce de öyle değil mi?
Kurumsal çalışma hayatımda da gece çalışmaları yapıyordum fakat son üç yıldır, gece çalışmak artık kronik bir hâl aldı. Bu yazıyı da yine sabahın dördünde, evimin balkonunda, eylül ayının merhaba dediği gecelerden birisinde yazıyorum. Yeni demlenmiş olan çayımı yudumluyorum. Hava serin ve canlandırıcı bir etkiye sahip. Komşular sahur hazırlıklarına başlamışlar ve ben yazıyorum. Aslında balkonumdaki düzeni tercüme yapmak için kurmuştum, ama kendime izin verdim ve yazılarımdan birisini yazmaya başladım. Ara sıra masamdan kalkıp ev halkının durumuna bakıyorum. Bazen küçükler su istiyorlar, onlara su veriyorum veya üstlerini örtüyorum. Galiba gece vakti evde birisinin uyanık olması çok da kötü bir şey değil!
Bu durum, bir çok insan için anlaşılmaz bir görüntü arz ediyor. Bir gün ofisime geç vakitte gittiğimde bina sorumlusu: “Ya hocam sen de herkes gibi gündüz gelsene” demişti. Gündüz başka işlerim olduğunu, ancak geceleri dingin bir kafayla yazabildiğimi veya tercüme yapabildiğimi ona anlatmak için uğraşmamış, sadece gülümseyip ofisime çıkmıştım. Sadece gülümsemenin veya sadece dinlemenin, bir şeyleri izah etmeye çalışmaktan daha kolay olduğunun uzun bir zaman önce farkına varmış durumdayım.
Balkonda veya ofisimde oturup, gecenin sessizliği içinde, telefonların veya kapının çalma ihtimalindeki zayıflığın verdiği rahatlıkla yazmak… İşte, benim en büyük keyiflerimden ve aynı zamanda zaaflarımdan birisi. Dersanede çalışırken, İngilizce sorular yazıyordum. Daha sonraları tercümeler yapmaya ve yazılar yazmaya başladım. Geceler, benim bu yazma sürecime eşlik etti. Gündüzleri de yazmayı denedim ama olmadı. Hızlı ve dolu bir şekilde bir şekilde geçip-giden günlük hayatım, buna bir türlü izin vermedi. En sonunda anladım ki gündüz biriktirip, gece yazmak benim hayat tarzım olmuştu. Her gece oturup-çalışmıyorum. Ama bir bağımlının, bağımlı olduğu şeye uzak kaldığında da onu düşünmeksi gibi, “gecenin sükuneti”, hep aklımın bir yerinde oynuyor.
Yabancı ülkelerde de bu alışkanlığım devam eder. Ertesi gün bir iş görüşmesi yoksa veya bu görüşme gündüz geç bir saatteyse, geceleri sabaha kadar açık bir mekân bulup, okuyor veya yazıyorum. Bazen de mekânın çalışanlarıyla sohbet ediyorum. Bir keresinde Almanya’da, Nürnberg’de eroin bağımlığından kurtulmuş birisiyle tanışmıştım. Uyuşturucu kullanmanın kendisini ne kadar “sefil bir hâle” getirdiğinin farkına varıp, kullandığı zehri bırakmaya karar vermişti. Bu insan, çok yıpranmış ve çok yorulmuştu. Tabiî ki profesyonel yardım da almıştı. Bu acı deneyimlerin ona verdiği dersle: “Hiç başlamamak en iyisi” demişti. Böyle gece nöbetlerinin birisinde, Frankfurt’ta kaldığımız otelin lobisinde bir İsrailli ile sohbetimiz olmuştu. Musevîlerin Osmanlı’da gördüğü ev sahipliğini bana içtenlikle anlatmıştı.
Bir keresinde Çin’de işlerimiz erken bitmişti. 3-4 günlük bir boşluk vardı. Akşamları erken yatıp-geceye doğru uyanıyordum. Oralarda da yine sabaha kadar açık bir yer keşfetmiştim. Gece on bir civarında oraya gidip, sabah üçe kadar yazıyordum ve sonra da otele dönüyordum. Güvenlik elemanları ve resepsiyon görevlileri, bana Çince öğretmek için yarışıyorlardı. Çünkü Çince telaffuzum onları güldürüyordu ve gecenin bir vakti eğlenmek de onlar için de bir değişiklikti!
Dünyanın bir çok güzel ülkesinde sabahlamayı planlıyorum. Elbette yabancı ülkelerde gündüzleri de geziyorum. Ama bence bir kenti duyumsamak için geceyi de yaşamanız gerekir. Kimbilir belki de her yabancı kent bana bir rüya gibi geliyor ve artık geceleri rüya görmek için uyumama gerek kalmıyor.
Hayat bir rüya demişler… Geceleri uyumaya ne gerek var o zaman?
(Bu yazı 2007 Ramazan Ayında Yazılmıştır)
--------------------------
www.savassenel.com
--------------------------
Konuyla İlgili diğer yazılar, öneriler: Görmek istediğiniz linkin adını tıklayınız:
Sadri Alışık Hakkında
Sadri Alışık Şiirleri
Bazı Yazılarım Burada Olmayacaklar; Bir Kitaba Taşındılar
Size “Deli” Bana Yazar Derler!
Tercüme Yapmayı Neden Seviyorum?
Neden Yazıyorum, Zorum Nedir?
-----------
Konuyla ilgili film-kitap önerileri yapmak-almak ve yorumlarınız için:
MSN: savassenel@hotmail.com
savassenel@yahoo.com
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder