20 Mayıs 2010 Perşembe

Uzun bir aradan sonra kısa notlar!


Yazmak
Uzun zamandır yazmıyorum. Yazmak, sadece konu bulmakla ilgili bir şey değildir; bazen yazmanın yararsız ve anlamsız olduğu hissine kapılırsınız. Bir süre suskunluk içinde kalırsınız ve derken bir gün yeniden yazmaya başlarsınız. Bu sefer de böyle oldu... Gecenin üçünde balkonda yazma sefası planlıyordum, ama hava bana biraz serin geldi. Eskiden beri bilirim: Serin veya soğuk havaya yiğitlik yapmayacaksın! Ben de içerde kalıp-balkon kapısını açık tutarak "hafif serin" bir ortamda yazmaya başladım. Çünkü zihnimde ve kalbimde bayağı şey birikmişti ve "bizi yaz!" diye bağırıyorlardı!

Erkek olmak

Herkes, Türkiye’de kadın olmanın zorluklarından söz ediyor. Evet bence de kadın olmak zor; hem de çok zor. Peki bunun yanında erkek olmak nasıl bir şey? Hakikaten erkek olmak, yani aklı başında, dürüst ve çizgisini yitirmeyen birisi olmak, çok mu kolay? Bir “inşacı”; yani insanların zaaflarını giderip onları güçlendirmeyi hedeflemiş, bunun için insanları çok iyi tanıyan ve tanımak zorunda olan birisinizdir ve bunca "püf noktasını" kötüye değil iyiye kullanmak kolay mı? Fırsatçılığın uyanıklık sanıldığı bir dünyada, hazzı, geçici hevesleri kolayca ele geçirebilmenin ve insanları "manipüle" edebilmenin yollarını bilmek, ama bunları yapmaktan kaçınmak kolay mı? Karmaşık ticarî ve sosyal dünyada, geceleri başını yastığa koyduğunda için sızlamasın diye aynı meydan savaşlarını savaşlarını her gün kazanmak ve ertesi gün yeniden başlayacağını bilmek kolay mı? Kolay değil, hem de hiç kolay değil...


Değerleri temel almayan bir hayatın sizi değersizleştireceğini hep aklınızda tutmak, bunun etrafında okumak, dinlemek ve görmek, bir günlük çaba değil, her günkü çabadır. Peki böyle değil de, başka türlü yaşamak kolay mı? O hiç kolay değil. Böylesi bir hayatın, hele ki akıllı birisiyseniz, ne denli büyük bir acı getirdiğini düşünmek bile istemiyorum. En iyisi hakikaten “erkek” olmak ve “erkek” kalmaktır.Rahatsız edici şeyler okumak, dinlemek veya seyretmek istemiyorum
Beni rahatsız eden şeyleri okumayı, dinlemeyi veya seyretmeyi sevmiyorum. Olmak istediğim bir "Savaş" var ve her zaman hayatın içinde bulunan, ama beni ilgilendirmeyen ve ilgilendirmemesi gereken seçenekler var. Bazı seçenekleri göz ardı etmeniz ve onları hatırlatan şeyleri okumaktan, dinlemekten veya seyretmekten kaçınmanız akıllıca bir tavırdır. Sözgelimi “fast food” tüketmeyi sağlığınız için yararlı bulmuyorsunuz ve "fast food" gerçekten de yararlı da değil. O zaman Türkiye’de kaç kişinin fast food yediğiyle ilgilenir misiniz veya “herkes yiyor, ben neden yemiyorum?” der misiniz? Aynı bunun gibi, sadece bedeninizi değil, zihninizi veya kalbinizi kirleten şeyleri de okumayın, dinlemeyin ve seyretmeyin.

Sözgelimi, haksız kazanç elde etmeyi düşünmüyorsanız, kimlerin bunu yaptığıyla ilgilenmeyin veya bununla ilgili şeyleri dinlemeyin, okumayın ve seyretmeyin. Evet bunları gördüğünüzde, dinlediğinizde veya okuduğunuzda aklınıza gelen seçeneklerle iradeniz arasındaki savaşı kazanabilirsiniz ve kazanmak zorundasınızdır. Ama aynı savaşı her gün kazanmaya ne gerek var? Başka işleriniz veya başka savaşlarınız yok mu?

İnsanın İçerden parçalanması

Bir yerde okumuştum: İnsanın saklamakta en çok zorlandığı sırları, kendisinden başka hiç kimsenin bilmedikleriymiş. İnsan, ucu görünen sırları çok iyi saklayabilir, ama hiç kimsenin bilmediklerini anlatmak konusunda, gariptir ki, için için fırsat kollarmış. Evet, sır saklamak zordur, ama hiç kimsenin bilmediği sırları saklamak daha da zormuş. Hâlbuki, bu konuda düşündüğünüzde genellikle tersi bir durum akla gelir. Hele ki sakladığınız ve kimseciklerin bilmediği bu şeyler, yapmış veya yapmakta olduğunuz yanlışlarsa, sevdiğiniz ve değer verdiğiniz kişileri ilgilendiriyorlarsa, sanıyorum iş iyice zorlaşır ve içinizden parçalanırsınız. “En iyisi, geçmişte kalanları saklamak ve yeni yanlışlar da yapmamaktır” diye düşünüyorum. Yoksa içerden parçalanmanın şiddeti ve acısı artıkça artar ve insanı mahveder.

Herkes hata yapar, ama iki yüzlü bir hayatı ısrarla sürdürmek çok zordur ve fena acıtır!
Pencerelerden gelen sesler:
Pencerelerden neşe veya hüzün veren sesler duyarım. Çalışmakta olduğum şirketin karşısında enstrüman kursu var ve öğrenciler bütün gün çalışıyorlar. Tahmin edersiniz ki, güzel bir konseri değil, ustalaşmak amacıyla aynı partisyonu akşama kadar tekrar tekrar çalışan-çalan öğrencileri dinliyoruz. O partisyonu daha iyi çalmak için uğraşan kişinin hayatında bizim de sabrımız ve dolayısıyla katkımız var; o bunun belki farkında belki de değil. Bankamatik kuyruğunda, acemi birisinin orada işlem yapmayı öğrenirken bizim sabırla beklemek zorunda kalışımız da aynı türden bir olay. İnsan, insanı ilgilendiriyor ve etkiliyor; yani hiç kimse yalnız bir ada değil.

Yazları Üsküdar'daki ofisimin penceresinden de, teras katında horon vurmayı öğrenen bir grup gencin ayak seslerini ve naralarını duyarım. Bazen masamdan kalkıp, onları pencereden seyrettiğim de olur. Hatta bir keresinde, horon vurmayı öğrenen bu gruptaki herkese imzalı kitabımı verdim. Çünkü onca "berbat" alternatif içinde böyle güzel bir şeyle ilgilenmeleri harika bir şeydi ve onlara bir şekilde destek vermek istemiştim. Ayrıca yakınlardaki kız yurdundan gelen sesler de, ofisimde bana eşlik eder. Her zaman neşe dolu sesler, çığlıklar veya telaşlı konuşmalar duyarım. Ezanlar da penceremden gelen seslerdendir. Üsküdar, ezanı bol bir semttir. Ayrıca sâlâlar da penceremden ofisime doluşurlar. Anlarım ki, birisi daha bu dünyadan göç edip-gitmiştir. Bugünlerde, aynı gün, hatta aynı vakit içinde bir kaç sâlâ duyduğum oldu. Allah bu gözüp-gidenlere rahmet etsin.


Çoğumuz "görme duyusunu" en önemli şey saysa da, ben hayatı daha çok işitmekle algılayan birisiyim ve çoğu insan da bence öyledir. Merhum Ayhan songar, bir makalesinde "sonradan işitme engelli olanlarda depresyona girme oranının, sonradan görme engelli olanlara nazaran daha düşük olduğunu yazmıştı. Allah hiç birisinin eksikliğini göstermesin.

Neleri tavsiye ederim

Bir gün bir arkadaşıma sattığı bazı ürünler hakkında sorular sordum. İşe yarayan ürünleri veya fikirleri başkalarına da tavsiye ederim ve bu alışkanlığımı da severim. (Burdan her alışkanlığımı sevmediğim anlamı da çıkar! Mesela çok düşünmek gibi) Arkadaşıma sorduğum sorulardan sonra aldığım cevap şuydu: "Hocam bu ürünleri yakınlarına tavsiye etme. Başka kişilere tavsiye et." Ben de bunun üzerine: "Neden yahu?" diye soruverdim. Bana ürünlerin izinsiz-kaçak geldiklerini, içlerinde hormon olduğunu ve dolayısıyla yakınlarıma değil, pek tanımadığım ve beni de pek tanımayan insanlara tavsiye edersem daha iyi olacağını söyledi. Ürünleri satmak istersem, onlardan bana verebileceğini ve bu ürünlerin dağıtımını yapabileceğimi de ekledi. Ben de "kalayı" basmam gerekirken, nezaketime mağlup olup kahkahayı bastım ve: "Benim için uzak-yakın yoktur; herkes ana kuzusudur. Sen beni tanımamışsın." dedim.

Benim için uzak-yakın yoktur. "İnsan" vardır. Elbette insanlara zamanımızı ve ikramlarımızı sunarken yakınlık derecemizi gözetiriz. Ama zararlı veya kalitesiz bir şeyi sunma konusunda benim için herkes eşittir; yani hiç kimseye kalitesiz veya zararlı bir şeyi sunamam.

Düşünsenize, uzak birisine kötü bir şey verdiniz ve bir gün onun bir dostunuzun dostu olduğu ortaya çıktı. Ona ne diyeceksiniz? "Artık benim o tavsiyemi uygulama. O tanışmamız olduğumuz günlere özgüydü!" gibi bir şey mi diyeceksiniz? Sadece tanışma ihtimalim olan kişilere değil, Çin'de bulunan ve bana internetten bir şeyler danışan Çinli veya Amerikalı insanlara karşı da tavrım aynıdır. Birisi herkesi görüyor! Allah'tan, Tanrıdan veya kendi inancınıza göre her nasıl adlandırırsanız-adlandırın, ama birisinden korkun be kardeşim!

Eskiden böyle değildi

Herkes boş bulunabilir. Sözgelimi sizin kızınız gençlik ruhu içinde bakkalın genç oğluna kur yapabilir. Bu gencin, bu kıza karşı tavrı ne olmalıdır? Bunu siz düşünün. Bir bayan okurum bu durumu şöyle özetlemişti: "Eskiden de insanlar boş bulunurmuş, ama bu durum hemen kullanılmaz, suistimal edilmezmiş. Fakat bugün durum böyle değil" demişti.

Evet gerçek bu. Hayatı hakkıyla duyumsamaktan çok, sömürüp-atmaya hevesli bir tavır var. Bu tavır, herkeste eyleme dönüşmüyor olsa da, düşüncelerine bulaşmış hâldedir. Bu hedonist-hazcı ve anlamsız "avcı"kültürü, aklı başında olan herkesi üzüyor. Çünkü bu hava, önemli bir kısmı özde iyi olan ve azımsanamayacak sayıda insanın bile üzerine istemeden ve bir parça da olsa sinmiş durumda...

Hobiler

Bir orta okul öğrencisiyken, efendi, kendi hâlinde ve ciddî bir sınıf arkadaşım vardı. Bir gün beni evine davet etmişti. Evine gittiğimde bu çocuğun kuş beslemeye meraklı olduğunu gördüm ve içimden: "Başka işi mi yok da kuş besliyor?" diye geçti. Yani yaptığı şeyi çok önemsememiştim. Fakat daha sonra beslediği kuşlardan, onların özelliklerinden ve diğer ilgili şeylerden söz ettikçe, onun ciddiyetinden, samimiyetinden ve yaptığı şeye duyduğu sevgiden çok etkilendim. Onun bu denli önemsediği ve onu bu kadar rahatlatan bir şeyi küçük gördüğüm için yaşadığım mahcubiyeti de bugünmüş gibi hatırlarım. O gün, o efendi çocuktan bir ders aldım ve başka insanların önemsediği hiç bir hobiyi veya ilgiyi küçümsememeyi öğrendim.

Evet küçük bir çocuktum, ama bunu idrak edebilmiştim.
-----------------------

SAVAŞ ŞENEL KİTAPLARI

AZ ACILI VE KALICI İNGİLİZCE-YABANCI DİL ÖĞRENMEK İÇİN PÜF NOKTALARI
Kitabın Tanıtım Yazısı
Kitabın Facebook sayfası
Kitabı buradan satın alabilirsiniz: Kitapyurdu.com

(Kitabı İmzalı Edinmek İsterseniz Bize Yazınız: savassenel@gmail.com)

ÇAY SAATİ İÇİN HAFİF YAZILAR


(Kitabı İmzalı Edinmek İsterseniz Bize Yazınız: savassenel@gmail.com)




(Kitabı İmzalı Edinmek İsterseniz Bize Yazınız: savassenel@gmail.com)
-------------------

1 yorum:

  1. 10 numara yazı olmuş hocam. Nerdeyse, iyi ki bir zaman yazmamışsınız da biriktirmişsiniz diyeceğim. Çok beğendim, defalarca okurum daha. Elinize, gözünüze sağlık.

    YanıtlaSil