20 Şubat 2011 Pazar

Prensesler, Aynalar, iltifatlar


Masal bu ya; bir ülkede aynanın ne olduğu bilinmiyormuş. Genç kızlar, güzel olup-olmadıklarını yakınlarına veya birbirlerine sorarlarmış. Ülkedeki herkes çok güzel olduğu için cevaplar belliymiş, ama hiç kimse kendi güzelliğini kendi gözleriyle göremezmiş. Bu arada padişahın da bir kızı varmış. Bu güzel prenses de her ne kadar çevresindeki kişilerden hep iltifat alsa bile, insanların onu kırmamak veya kızdırmamak için ona güzel olduklarını söylediklerinden kuşkulanırmış. Bu yüzden, güzel olduğundan bir türlü emin olamazmış. Bu da onda sürekli bir hüzün meydana getirirmiş...Yazının devamı "Çay Saati İçin Hafif Yazılar" adlı kitabımdadır; satın almak için bu linki tıklayınız.
İmzalı edinmek isterseniz, savassenel@gmail.com adresine yazınız. 





16 Şubat 2011 Çarşamba

Ben ne anlayışlı adammışım! Öğretim Üyesi Gökhan Eken, Bira ve Öğrencilerle Kanka Olmak!


Özel şoförümüzle Malezya’dan Singapura giderken, yolda yemek vs ihtiyaçlarımız için mola verdik. Ben hamburger aldım ve masaya oturdum. Şoförümüzle sohbet ederken, hamburgerin lezzetli olduğunu söyleyip ona da tavsiye ettim. O da bana “Hindu” olduğunu ve zayıf İngilizcesiyle: “Biz ineğe tapıyoruz, ondan dolayı inek eti yemem. Hamburgerde de inek eti olabilir” dedi. Yani İngilizce olarak “worship-tapmak” kelimesini kullandı. Bense o ana kadar onun müslüman olduğunu sanıyordm. Eğer onun Hindu olduğunu ve bu konuda dikkatli davrandığını bilseydim, hamburger yerine başka bir şeyi sipariş verirdim. Ona dedim ki: “Eğer benim içinde inek eti olma ihtimali bulunan bir şeyi yiyor bulunmam seni rahatsız ediyor veya incitiyorsa, ben de başka bir şey sipariş edip onu yiyeyim” dedim. O da bana nazik bir Malezya insanın tavrıyla: “Siz müslümansınız, inançlarınız buna müsade ediyor. Beni rahatsız etmek için yapmıyorsunuz. Lütfen başka bir şey sipariş vermeyin” dedi. Bana göre ineğe tapmak akıl kârı değil! Ama kaşrımdaki kişi buna inanıyor ve benim yol arkadaşım. Onun gönlünü almak için, benim de onunla birlikte birlikte ineğe tapmama gerek yok, ama onun ne zaman incinebileceği konusunda dikkatli olmam mantıklı diye düşünüyorum.

Efendim bu olay nerden aklıma geldi? Size onu anlatayım:
Cumhuriyet Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi'nin bir gezisinde, Öğretim Üyesi Gökhan Eken 50 kişilik kafilenin içinden özellikle başörtülü bir öğrencisine bira aldırmış. İşte Malezya hatıramı aklıma getiren şey, bu olaydır.
Birincisi, ben türbanlı-türbansız herhangi bir öğrenciye uyuşturucu madde aldırılmasına karşıyım. İkincisi, özellikle dinî hassasiyeti olan birisine bunu yaptırmak hepten mantıksızdır.
Senin dünya görüşünü paylaşmasa bile, seninle aynı ortamda bulunmayı tercih etmiş ve bir çok güzel yönü dolayısıyla bundan keyif de alan bir gence, kendi yaşam tarzını dayatmaya kalkmak, çok ayıptır. Burda ideolojik bir durumdan önce adab-ı muaşerete aykırı bir kabalık vardır. Öğrenci şikâyetçi olmamış, üzülmemişmiş! Bazı konularda tarafların şikâyetçi olmaması ölçü değildir. Yapılan şey yanlışsa, hiç kimse şikâyet etmemiş olsa bile yanlıştır. Çünkü kamu hukuku diye bir şey vardır!
Ben bir keresinde bazı parfümlere ve kolonyaya alerjisi olan birisiyle tanışmıştım. Bu durum aklımda kalmış. Derken bir gün otobüste ve yaz sıcağında yolculuk ederken, kolonya kullanmak gereği hissetmiştim. Ama kolonya kullanmadan önce yakınımda oturmakta olan kişilere bunu yapmamın onlar için herhangi bir sakıncası olup-olmadığını sormuştum. Çünkü dar bir mekândaydık ve yolcular birbirlerine çok yakın oturuyorlardı. Mesele kolonyanın dinî, ideolojik vs yanı değildi, konu nezaketle ilgiliydi!
Sayın Gökhan Eken Hocam, ben de üniversitede hocalık yaptım! Herhangi bir konuda hassasiyeti olan hiçbir öğrenciyi, istemediği şeye yapmaya zorlamadım! Babaları için sigara almaya gelen çocuklara sigara satan bakkallarla tartıştım. Ama bir yandan da bir caminin önüne yatmış olan sarhoş bir vatandaşı itip-kakmaya kalkan ve dindar değil cahil olduğu anlaşılan birisini azarlayıp-engel oldum. Sonra da sarhoş kişilerin dilinden iyi anlayan bir başka arkadaşla birlikte, bu üzgün ve de sarhoş kişiyi sessizce ikna edip oradan uzaklaştırdık. Onu incitmedik, çünkü çok üzgündü, sarhoştu ve ne yaptığını bilmiyordu ve çünkü herkes hata yapabilirdi.
Yani denge unsuru olmaya çalıştım. Çünkü huzur böyle korunur.
Gençleri uyuşturuyla tanıştırmak, nereye açıldığı belli olmayan karanlık bir kapıdan girmelerini sağlamaktır.
Gökhan Hocam, konuyla ilgisiz görünen, ama ilgisi olan bir öneri daha: Öğrencilerinle kanka ve de arkadaş olma. Onlarla gülüşmek ve bir başka öğrenciyi makaraya almak, senin daha iyi bir eğitimci olmanı sağlamaz. Çünkü öğrencileriyle kanka olan hocaların öğrencilerine faydası olmaz!
Biz öğrencilerimizin, kankası veya arkadaşları değiliz; onların hocalarıyız! Ve onlara ancak böyle yararlı olabiliriz!


Bir şeyin hayali, onun kendisini yaşamaktan veya görmekten daha ağır veya daha hafif olabilir

Bir gece 11 yaşındaki oğlumun yatağında iç çekerek ağladığını duydum. Yanına gittim ve neden ağlamakta olduğunu sordum. Bana cevap vermek istemedi. Ben de: “Gel biraz birlikte film seyredelim” dedim. Salona geçtik ve film seyretmeye başladık. Ama ben yeniden yoklamaya başladım. O anlatmasa bile ilgilenmek ve ilgimi göstermek durumundaydım. Ayrıca bir insanın bir kenara çekilip iç çekerek ağlaması da beni rahatsız eder!

Derken bizim şair ruhlu oğlanın neden ağladığını anladım. Şu anda birlikte yaşamakta olduğumuzu, ama bir gün ayrılacağımızı düşünüp üzüldüğünü söyledi! Ben de: “Evet bu düşünce insanı üzer, haklısın!” şeklinde konuştuktan sonra sonra: “Sana iki sorum var” dedim. O da: “Soru nedir?” dedi. Ben de sorumu sordum: “Bir şeyin kendisi mi ağırdır, gölgesi mi?” O da: “Kendisi ağırdır” diye cevap verdi. Ben de diğer sorumu sordum: “Peki bir şeyin kendisi mi ağırdır, yoksa hayalimi?” O da: “Kendisi daha ağırdır” dedi. Ben de bunun üzerine: “Bazen bir şeyin hayali kendisinden ağır gelir bize” dedim ve sebebini açıkladım:

“O şeyin kendisi başımıza gelene kadar, hayat bizi ona hazırlamış olabiliyor veya biz olgunlaşmış olabiliyoruz veya o şeyin fikri kafamızda ve kalbimizde olgulaşmış olabiliyor. Dolayısıyla o şeyi yaşadığımız zaman bize o kadar da ağır gelmeyebiliyor. Şimdi kız kardeşini ele alalım, bize evlenmek istemediğini söylüyor. Şu anda 6 yaşında. Çünkü evlenirse, bizden ayrılacağını düşünüyor ve ailesinden ayrı yaşama fikri onun küçük kafası ve kalbi için ağır bir yük. Ama sence 20 veya 25 yaşında öyle mi düşünecek?” Bu soru üzerine oğlum gülümsedi ve: “Hayır, kendisi sevdiği veya beğendiği birisiyle evlenmek isteyecek!” dedi. Ben de devam ettim ve dedim ki: “Sen de öyle. Bizden ayrılmak fikri seni üzüyor. Ama bir gün sen bize gelip sözgelimi yurtdışına gitmek, orada ve bizden ayrı bir yerde eğitim almak istediğini söyleyeceksin. Bizden ayrılmak için değil, ama bir idealin olduğu için bunu arzu edeceksin. Bizden ayrılmak senin için o zaman da hüzünlü bir şey olacak, ama bunu kaldırabileceksin veya kaldırabileceğini düşüneceksin. Yani şimdiden geleceğin yükünü kalbine ve beynine yükleme.”

Bir şeyin gerçeğinin bize hayalinden ağır geldiği zamanlar da çoktur. Hatta bu durum tersi durumdan saha sıktır. Mesela beklenmedik bir ayrılık veya ölüm biz çok ağır gelir.

Veya ticarete atılıp para kazanmak ister ve bu durumu son hâliyle hayal edersiniz. Hâlbuki süreç sandığınızdan daha ağır olabilir veya para kazandığınızda sandığınız kadar mutlu olmayabilirsiniz.
O sebepten dolayı, uzmanlar hayal etmeyi teşvik ediyorlar, ama görselleştirmeyi unutmamayı da öneriyorlar.

Hayal, kendinizi son noktada görmektir. Görselleştirmek ise sadece hayalinizi değil, ona gitmek için geçmeniz gerekebilecek olası basamakları da görmeye çalışmak ve hatta kâğıda dökmek demektir. Bu hayalinizin ve ona gidecek olan sürecin provası gibidir. Bir şeyi veya olayı görselleştirmek, onu gerçekten görmek veya yaşamak gibi olur mu? Olmaz, ama yine de bir şeyi veya olayı görselleştirme, onun sadece hayalini kurmaktan daha verimli ve etkilidir. Görselleştirme ve proje hâline getirme süreci, hayalinizin mi yoksa kendisinin mi daha ağır veya çekici olduğunu anlamanız konsunda yardımcı olur.
-----------------------

SAVAŞ ŞENEL KİTAPLARI

AZ ACILI VE KALICI İNGİLİZCE-YABANCI DİL ÖĞRENMEK İÇİN PÜF NOKTALARI
Kitabın Tanıtım Yazısı
Kitabın Facebook sayfası
Kitabı buradan satın alabilirsiniz: Kitapyurdu.com

(Kitabı İmzalı Edinmek İsterseniz Bize Yazınız: savassenel@gmail.com)

ÇAY SAATİ İÇİN HAFİF YAZILAR


(Kitabı İmzalı Edinmek İsterseniz Bize Yazınız: savassenel@gmail.com)




(Kitabı İmzalı Edinmek İsterseniz Bize Yazınız: savassenel@gmail.com)
-------------------

Bazı şeylerin sahtesi de gerçeğinin aynısıdır

Şaka yaparken dikkatli olun. Şakacı ve biraz da sulu bir adam, bir arkadaşını ve eşini görünce, yanlarına sokulmuş ve arkadaşına: “Selamlar, bu Hanımefendi kim acaba?” demiş. Arkadaşı da: “Kendisi eşimdir” deyince, diğeri: “Bırak len! Dün de başka bir kadın için aynısını demiştin!” diye cevap vermiş. Bu cevap üzerine kadıncağız fena hâlde bozulmuş! Sulu arkadaş, yapmış olduğu şakanın arakdaşı ve eşi arasında meydana getirdiği tatsızlığı farkedince, maksadının biraz şaka yapmak olduğunu anlatmak için kadına yeminler etmek zorunda kalmış. Bundan farklı bir durum daha vardır ve bu tür durumlarda şakanın kendisini gerçekten ayırmayız. Mesela şaka yapmak için birisinin parasını saklamak çok tehlikelidir. Sizin hırsızlık yaptığınızı sanabilirler. Çünkü bazı şeylerin şakası aslı gibi algılanabilir.

Daha farklı bir durum da, yaşıyor gibi rol yaptığınız bir gerçekliğin, sizin zihninizde rolden gerçeğe dönüşmesidir. Yani siz bir gerçekliği taklit ederken, kendinizi gerçekten o gerçekliğin veya durumun içinde bulabilirsiniz. Ünlü bir sanatçının eşi, ona filmdeki bazı sahneler konusunda izin vermediği için, o sahneler çekilememiş. Çünkü bu erkek sanatçının senaryo gereği bir bayan sanatçıyla aynı yatağa girmesi ve biraz "yakın" bir "iletişim süreci" yaşaması gerekiyormuş. Erkek sanatçının eşi bu konuda anlayışlı davranmamış vs.

Bu bayana hak veriyorum. Hayatta bazı şeylerin provası olmaz. Mesela denize ne için girerseniz girin, ıslanırsınız. Veya bir arkadaşınızın ayağına 1 kiloluk bir demiri şaka ile de bıraksanız, ayağı acır ve canı yanar! İki insanın birbirine tensel anlamda yakın olması prova yapılacak veya oynanacak bir rol değildir. Yani bunun sahtesi olmuyor. Senaryodaki karakterlerin bu konuda gönlü varsa, yönetmen de sizin gerçekçi oynamanızı isterse, zaten oyuncu da senaryoyu canlandırmak zorundadır. Bunun şakası veya sanatı olur mu?

Ateş resmine dokunup canınız yanıyor gibi rol yapabilirsiniz, ama elinizi ateşe soktuğunuzda rol yapmanıza gerek kalmaz, çünkü eliniz zaten yanacaktır!
-----------------------

SAVAŞ ŞENEL KİTAPLARI

AZ ACILI VE KALICI İNGİLİZCE-YABANCI DİL ÖĞRENMEK İÇİN PÜF NOKTALARI
Kitabın Tanıtım Yazısı
Kitabın Facebook sayfası
Kitabı buradan satın alabilirsiniz: Kitapyurdu.com

(Kitabı İmzalı Edinmek İsterseniz Bize Yazınız: savassenel@gmail.com)

ÇAY SAATİ İÇİN HAFİF YAZILAR


(Kitabı İmzalı Edinmek İsterseniz Bize Yazınız: savassenel@gmail.com)




(Kitabı İmzalı Edinmek İsterseniz Bize Yazınız: savassenel@gmail.com)
-------------------

Sürekli Olarak Kulağı Çınlayan Adam


Bir vakitler İngilizce soru kitabı yazıyordum. Evde rahat çalışamıyordum ve kendime ait bir ofisim olmadığı için de “sote” bir kahvehanede yazmaya çalışıyordum. Ben yazı yazarken hiç kimse beni rahatsız etmezdi. Başka masada yer varsa, beni rahatsız etmemek için diğer maslardaki boş yerlere otururlardı. Ama kahvehane kalabalık olduğu zamanlarda masama diğer müşterileri davet ederdim. Çünkü ennihayetinde benim özel masam değildi. Bazen de benim ne yaptığımı merak eden kişiler, benden müsaade isteyip masama konuk olurlardı. Bu şekilde bayağı ilginç kişilerle tanışıp yine ilginç şeyler öğrenmek imkânım olurdu.

Yine kalabalık bir günde masama oturmuş olan bir adamın hikâyesi ilginçtir. Bu kişi kibar ve sakin bir bankaçalışanıydı. Kendisiyle yapmakta olduğumuz sohbet sırasında, gürültülü yerlerde oturmayı sevdiğini söyledi. Ben de eski sorulara yeni cevaplar bulmak alışkanlığıyla: “Neden gürültülü yerleri seviyorsunuz?” diye sordum. Adamcağızın cevabı benim yeni ve ilginç bir şeyi de daha öğrenmeme sebep oldu. Bu adamın kılcal damarlarından birisi kulağının çok yakınından geçmekteymiş. Bu adam da, sözkonusu damardan akan kanın meydana getirdiği ve kesintisiz olarak devam eden hışırtıyı gece-gündüz duyarmış. Adamcağız da bu hışırtıyı duymaktan o denli yorulmuş ve bıkmış ki, bu sesi duymamak için daha çok gürültülü ortamlarda oturmayı tercih edermiş.

O bu durumu anlatırken, ben düşünür kafamla bunu bir analoji olarak kullanabileceğim şeyleri düşünmeye başlamıştım.

Bir kalp, nefis ve beyin veya bu üçünden sadece birisini taşıyan herhangi bir insanın kendisine özgü “kulak çınlamaları” vardır. Bunların neler olabileceklerini sizler düşünün! Herşeyi benim söylemem şart mı?
-----------------------

SAVAŞ ŞENEL KİTAPLARI

AZ ACILI VE KALICI İNGİLİZCE-YABANCI DİL ÖĞRENMEK İÇİN PÜF NOKTALARI
Kitabın Tanıtım Yazısı
Kitabın Facebook sayfası
Kitabı buradan satın alabilirsiniz: Kitapyurdu.com

(Kitabı İmzalı Edinmek İsterseniz Bize Yazınız: savassenel@gmail.com)

ÇAY SAATİ İÇİN HAFİF YAZILAR


(Kitabı İmzalı Edinmek İsterseniz Bize Yazınız: savassenel@gmail.com)




(Kitabı İmzalı Edinmek İsterseniz Bize Yazınız: savassenel@gmail.com)
-------------------

Satıcı Kız ve “Hüseyin Unlu Mamulleri”

Bir gün bir arkadaşımın dükkânındaydım ve o sırda genç bir bayan geldi. Üniversite öğrencisi olduğunu, okul saatleri dışında ticaret yaptığını ve parfümeri türü şeyler sattığını belirtti. Yaklaşımı ve üslubu ciddydi. Ben de, aslında sürekli olarak kullandığım iyi bir oda spreyim olmasına rağmen, çalışmakta olan bu genç kızı kırmamak için satmakta olduğu üründen bir adet aldım. Yazının tamamını okumak için tıklayınız: 
-----------------------

SAVAŞ ŞENEL KİTAPLARI

AZ ACILI VE KALICI İNGİLİZCE-YABANCI DİL ÖĞRENMEK İÇİN PÜF NOKTALARI
Kitabın Tanıtım Yazısı
Kitabın Facebook sayfası
Kitabı buradan satın alabilirsiniz: Kitapyurdu.com

(Kitabı İmzalı Edinmek İsterseniz Bize Yazınız: savassenel@gmail.com)

ÇAY SAATİ İÇİN HAFİF YAZILAR


(Kitabı İmzalı Edinmek İsterseniz Bize Yazınız: savassenel@gmail.com)




(Kitabı İmzalı Edinmek İsterseniz Bize Yazınız: savassenel@gmail.com)
-------------------

15 Şubat 2011 Salı

ÜSKÜDAR BELEDİYESİ İLE SONU GELMEYEN DİYALOGLARIMIZ!


Daha önce Üsküdar ve Üsküdar Belediyesi ile ilgili olarak yazmış olduğum birkaç yazıyı Üsküdar Belediyesine göndermiştim. Belediye Başkanımız Mustafa KARA beyefendiye imzalı bir kitabımı bile bırakmış idim. En sonunda bana cevap olarak Üsküdar Belediyemizden ve “Halkla ilişkiler uzmanı” adlı pozisyonun sahibi olan bir ilgiliden bir email geldi. Çocuklar gibi neşelenerek bu nazik emaile cevap verdim! Üsküdar ve Belediyemiz ile ilgili olarak neler yapabileceğimi anlatan bir email yazıp-gönderdim. Amma velakin benim o emailimden sonra ne b ir ses ne de bir seda çıktı. Ondan beridir de çocuklar gibi mahzun ve kederliyim!
Geçen günlerde belediye binamızın solundaki ara caddede yürürken Belediyemizin kültür etkinliklerini tanıtan afişleri gördüm. Bunun üzerine hüznüm bir kat daha arttı (!). Farklı seminerler veriliyordu, ama benim adım geçmiyordu! Hâlbuki bu kadar çok ve okunaklı yazılar yazan birisinin kendisini azıcık zorlasa (!) gençlere anlatabileceği şeyler mutlaka olurdu. Kendi kendime dedim ki: “Sen misin yurtdışından gelen önemli misafirleri ağırlayan, turistleri gezdiren, yazı yazan, internette 300 yazısı olan, 4 kitap yazan, 20 kitap tercüme etmiş olan, yurtiçinden, yurtdışından okurları, öğrencileri bulunan ve neredeyse 15 yıldır Üsküdar’da yaşayan? Bu kadar zaman bu tür şeylerle uğraşacağına niye çevre yapmadın? Önemli kişilerle vakit geçirmedin? Sadece 4 televizyon programına çıktın? 5 yıl radyo programları yaptın da kendi adını kullanmadın? Hâlbuki o vakitleri, çevresi geniş kişilerle geçirseydin ya! Onlar seni belediyeye tanıtır, adını duyururlardı. Sen de böyle bu afişlere aval aval bakmaz ve “Ulen 44 yaşındayım, 40 yıldır İstanbul'dayım, 15 yıldır Üsküdar'dayım, 18 yıllık eğitimciyim, yazarım, tercümanım ve de iletişimciyim, amma Belediyemizlen iletişim kuramıyorum, belediye erkânı bennen muhatap olmuyor!” deyip sızlanmazdın! Bak gördün mü şimdi? Ağzınla kuş tutsan, hiçkimse senle muhatap olmuyor! Aah aaaaah!”
Sonra sızlanmalarıma devam ettim: “Belediye başkanımıza kitap bile bıraktın. “Elbette onun kendisine ait geniş bir kütüphanesi vardır, senin kitabına da ihtiyacı yoktur. Ama olsun yine de Üsküdarlı bir yazardır, belki lütfeder de bir kahve içmeye davet eder” dedin. Senin yüzüne “başkanımız çok meşgul, ama bu gariban onunla karşılıklı görüşeceğini sanıyor vah vah” der gibi bakan memurla konuştun ve senin adını randevu defterine yazmasını rica ettin. Sen halk günü olan Çarşamba gününde ve kalabalık içinde Başkanımızla görüşmeyi istemedin. Ama ne oldu? Ne bir haber ne bir mektup geldi! Hâlbuki “eğitimciyim” demeyip siyasî konulara girseydin, eğitim yazıları yazacağına belediyemizi anlatsaydın, belediyemiz büyüklerinin adını sırayla ansaydın, şimdi onlar da seni anarlardı. Ama nerdee? Neymiş? “Ben yazarım kıymetim bilinmeli” tripleri ve bu "izole-merdümgiriz aydın şekilleri" seni bitirdi ve istikbali senin için bulutlu hava gibi yaptı! Eh artık sen otur ofisinde Türkçe-İngilizce yazmaya devam et ve bekle ki seninle iletişime geçsinler! Bak “halkla ilişkiler uzmanı” bile senden aldığı emaile cevap yazmadı! Hani çevre hani nüfuz? Yok yazarmışım da, eğitimciymişim de, 9 yabancı ülke, 20 yabancı kent görmüşüm de, halkın nabzını tutarmışım da, gençleri eğitmek lazımmış da! Geç bunları geç!"
Bir an yaşamış olduğum bu hüzün (!) nöbetinden ve bütün bu mızıldanmalardan sonra, kendime bir çeki-düzen verdim, iki simit aldım ve ofisime doğru yollandım.
Halkla ilişkiler sorumlusu da tutarım, tezgâhtarlığım da iyidir. Satıcılık ta yaptım ve bir mikro "franchising" işinin içindeyim ve tanıtımını da yapıyorum. Yani insanlara bir fikri götürüp kabul görmeye veya reddedilmeye alışığım. Amma gel gelelim, fikirlerimi veya yazılarımı pazarlamayı sevmiyorum. Televizyon programlarında, seminerlerde dervişliği-sukuneti anlatan kişilerin bazılarının, günlük hayatlarında nasıl telaş içinde proje kapma yarışına girdiklerini biliyorum. Hayatlarının devamı ve hayallerinin gerçekleşmesi için çalışmalarında bir sorun yok, amma televizyonda veya sahnede başka türlü davranıp bana mürşitlik yapmaya kalkmasalar! İşte onlara benzer birisi gibi algılanmak istemiyorum! E yani bilginin ve bilmenin de bir ağırlığı yok mu?
Vaktiyle, sahip olduğu serveti paylaşmayı seven çok cömert bir ağa varmış Gel zaman-git zaman bu adam yokluğa düşmüş. Bir gün eldeki avuçtaki iyice tükenince, çok sevdiği atını satıp o günkü maişetini temin etmek için pazarın yolunu tutmuş. Bu sırada karşısına eski marabalarından-çalışanlarından birisi çıkmış ve: "Selamlar Ağam, bu ne güzel bir attır! Allah nazardan saklasın" deyince, cömertlik huyunu bırakamayan ağa: "Yiğidim, çok sevdiysen, al hediyem olsun!" demiş ve atını, eskiden marabası olan bu adama verivermiş. Olaydaki ağayla ortak yanımız yoksulluk değil, Allah'a şükür. Ama söylemek istediğim, Ağalığın bir izzeti varsa, bilmenin ve bilgiye sahip olmanın da bir izzeti olduğudur.
Bu olayı hatırlayıp kendi kendime dedim ki: “Ülen Savaş Hoca, senin ne işin var kalabalıkta? Yazan, düşünen, fikirleri olan sensin. Bunca yazıyla ve çalışmayla seni tartamayıp, ancak kartlarını veya isimlerini götürdüğün kişilere göre ve seni yine de anlamadan sana gülümseyeceklerse, onlarla ne işin olur? Yakışır mı böyle adama devlet erkânına sokulmak? Bırak onlar seni davet etsinler! O zaman elinde bir bardak çayla gülümseyip ve öğrencilerine şu soruyu sorarsın: “Canlarım, bu davete gitsem mi-gitmesem mi? Ne dersiniz?”"
İki katlı fildişi kuleme (!) çıkıp, ofisime ulaştığımda, internet üzerinden ders verdiğim veya ofisimde konuk ettiğim öğrencilerim, kitap projelerim, yazmış veya tercüme etmiş olduğum kitaplarım, başkalarının yazmış olduğu kitaplar, seminerlerim, yabancı misafirlerim, bana danışan kişiler, o eski handa yazmış olduğum bütün o yazılar, şiirler, anılarım, yeni projelerim, Türkiye’nin ve dünyanın değişik yerlerinden aldığım emailler, hüzünlerim, neşelerim, sinir krizlerim, kahkahalarım ve bunlar gibi bir sürü şey oradaydılar…. Ve en önemlisi, bir düşünür, yazar ve şair olarak kendi ellerimle inşa ettiğim, önemsediğim, en eskimez ve en eski dostum olan; sükun dolu yalnızlığım beni bekliyordu!
Hepsine sıcak ve sevecen bir şekilde gülümsedim...
-----------------------

SAVAŞ ŞENEL KİTAPLARI

AZ ACILI VE KALICI İNGİLİZCE-YABANCI DİL ÖĞRENMEK İÇİN PÜF NOKTALARI
Kitabın Tanıtım Yazısı
Kitabın Facebook sayfası
Kitabı buradan satın alabilirsiniz: Kitapyurdu.com

(Kitabı İmzalı Edinmek İsterseniz Bize Yazınız: savassenel@gmail.com)

ÇAY SAATİ İÇİN HAFİF YAZILAR


(Kitabı İmzalı Edinmek İsterseniz Bize Yazınız: savassenel@gmail.com)




(Kitabı İmzalı Edinmek İsterseniz Bize Yazınız: savassenel@gmail.com)
-------------------

6 Şubat 2011 Pazar

Öğretmenlik, Ünlü olmak, Yılmaz Erdoğan, Cem Yılmaz, Şahan Gökbakar ve Defne Joy Foster: Herşeyin bir bedeli yok mu?


Öğretmenlerin; Eğitimcilerin Günahı nedir?

Öğretmenlik yaparken veya seminer verirken, kullandığınız ifadelere ve hareketlerinize çok dikkat edersiniz. Çünkü insanlar size çocukları ve gençleri emanet etmişlerdir; sizin de onlara en iyi şekilde örnek olmanız gerekir. Radyoculuk günlerimde de aynı esasla hareket etmişimdir. Radyo programlarımda hayatla ilgili pek çok hassas konuyu ele almış olmakla birlikte, dinleyenlerimin arasında özellikle gençler olduğunu hiç aklımdan çıkarmadım. Öğrencilerime, dinleyicilerime veya seminerlerime katılmış olanlara hayatla ilgili herhangi bir olumsuz ve umut kırıcı mesajlar vermek istemem. Aynı anlayış yazılarımda da vardır. Hatta aslında gerekli gördüğüm bazı uyarıları bile yapmıyorum, çünkü “meslek sırrı” denebilecek bu uyarılarla birlikte ister-istemez vereceğim bilgiler, bazı kişilerin işlerini kolaylaştırabilir.Dolayısıyla bu bilgileir verirsem, onların başkalarını daha kolay bir şekilde manüple edebilmelerine yardımcı olabilir endişesindeyim.

Peki bir eğitimci olarak ben bu duyarlığı taşırken, başkaları neler yapıyor? Bir de buna bakalım. Bu noktada ikiyüzlü yanımız ortaya çıkıyor. Birgün bir öğrencim bir radyo programından söz etti. Bu radyo programı, her türlü konunun itici ve iğrenç bir şekilde ele alındığı bir programdı. Ben öğrencime dedim ki: “Madem böyle bir programı dinliyorsun, bari bana söyleme. Biz herhangi bir yanlış espri yaptığımızda hemen idareye veya başka bir yere anlatıp-şikâyet ediyorsunuz. Sonra da eve gidip bu iğrenç programı mı dinliyorsunuz? “ dedim.

Bayan öğrencim bu tepkim karşısında şaşırmıştı.

Gelelim Ünlü kişilere

Gelelim ünlü insanlara… Bu insanlar göz önündedirler ve eğitimcilerden daha etkili bir duruşları vardır. Ama nedense ve her nasılsa daha da sorumsuz olabilme hakkına da sahiptirler. Mesela ben seminer vereceğim bir mekâna elimde sigara ile, herkes ayağa kalkar, ama Yılmaz Erdoğan yıllarca ve televizyonda da yayınlanmış olan bir dizide, sahneye belli bir sigara markasına ait paketle girebilmiştir. Bir Amerikan sigarasının reklamını yaptığı hâlde, kendisini “entelektüel” ve “sosyalist” olarak pazarlayabilmiştir.

Cem Yılmaz’da Gora filminde durmadan sigara içmektedir. Sigara içmesinin o tipleme için gerekli bir şey olduğuna inanmıyorum. Recep İvedik tiplemesi de aynı şekildeydi, ama sonradan sanırım durum değişti. Sözün özü biz öğretmenler iyi örnek olmak zorundayız ve doğrusu da budur, ama sanatçıların da böyle bir sorumluluğu yok mudur?

Şöhretin Bedeli
Gelelim esas konumuza: Halk seviyorsa ve size prim veriyorsa istediğiniz gibi ünlü olursunuz. Toplumun beğenilerini eleştirmeyi ve aralarında yaşamakta olduğum insanlara tepeden bakmayı sevmiyorum. Çünkü ben de onlardan birisiyim ve hayatımı onlarla geçiriyorum.

Ama iki şeyin anlaşılmasını istiyorum: Birincisi bir insanın ünlü olması, onu sorumluluklardan kurtarmıyor. İkincisi herşeyin bir bedeli vardır.

Defne Joy Foster’da ünlülerden birisiydi. Rol aldığı çocuk filmlerini çocuklarımın seyretmesinden hoşnut olmazdım. Çünkü o çocuk dizilerinin verdiği net bir paradigma yoktur ve seyredenleri belli bir yapılanmaya götürmez. Seyircinin hoşça ve de boşça vakit geçirilmesi için tasarlanmışlardır ve anne-babaları memnun etsin diye de içlerine birkaç iyi mesaj serpiştirilmiştir. Ama bu oyuncuyla ilgil bir sorunum yoktu ve aklımda şirin bir yüz olarak kalmıştır.

Defne Joy Foster’ı Rahat Bırakmalıydınız!
Defne Joy Foster, kendi özel hayatını afişe etmeyen birisiydi. Yani en azından ben öyle biliyorum. Ölümüne de üzüldüm. Benim esas rahatsız olduğum şey, aslında öyle bir iddiası olmayan ve aslında bunu hak etmeyen birisini kahraman-örnek insan ilan edilmesidir. “Aptalın dostluğundan korkmak lazım” sözü burada devreye giriyor. Aslında sakince ve sevgiyle veda yazıları yazmak varken, bir insanı olmadığı ve olduğunu iddia etmediği bir şekilde anlatıp bir şekilde ve boşu boşuna tepki çekildi. İnsanî kusuruyla sessizce çekip-gdiecek birisinin hoş olmayan hâlleri gözler önüne serildi.

Bir de “hayır, o bir kahraman değil ve örnek birisi de olamaz” diyenlere köpürme ve onları lanetleme durumları var. Defne Joy Foster’ın vefatını sömürenler veya sömürmeye çalışanlar, şirinlik yapmaya çalışırken onu aşırı büyütenlerdir.

O ünlü birisiydi, mahallemizde kendi hâlinde yaşayan birisi değildi ve üzerinde konuşulur ve de konuşulacaktır. Buna hiç kimse engel olamaz.

Kimler kahramandırlar?

Amerikan gösteri dünyasının diliyle anlatalım: Defne Joy Foster bir “hero-kahraman” değildir, bir “celebrity-ünlü kişidir.” Birinci sınıftaki kişilerin özel hayatları da ölçü alınır. Filmlerinde kahramanı veya iyi bir karakteri canlandırmaları onların “kahraman” olarak tanımlanmaları için yeterli değildir. Onların “kahraman-örnek kişi” olarak tanımlanmalarının sebebi özel hayatlarının da derli-toplu olmasıdır. Sözgelimi Madonna bir “Celebrity-ünlü kişidir”, ama çocuğunuzun onu örnek almasını ister miydiniz?

Defne Joy Foster’ın vefat şekli bir kahramanın vefat şekli değildir. Yarın-öbür gün ben de aynısını yaşasam durum değişmez. Bunun kişiyle ilgisi yoktur, niteliklerle ilgisi vardır.

Ayının Dostluğu Bu Kadar Olur!
Dolayısıyla Defne Joy Foster’ın üzerinden şirinlik yapmaya çalışanlar, bu kadına en büyük kötülüğü yaptılar. Bir şeyi gereğinden fazla büyütürseniz, yani abartırsanız, tepki çekersiniz.

Eğer derseniz ki: “Siz de onun üzerinden prim yapmaya çalışıyorsunuz”, ben de derim ki, benim vurgulamak istediğim de zaten budur. Kendisi hakkında yazmakla bile bazı ithamlara marzu kalma ihtimali varsa, bu kişi sıradan birisi olamaz. Sözkonusu kişi ünlü birisidir ve ona kendi hâlindeki birisi gibi bakamazsınız. Onunla ilgili olarak ilgisiz şeyler yazdığınızda, yani yersiz büyüttüğünüzde veya haksızlık ettiğinizde, hemen ve hatta anında hak ettiğiniz tepkiyi de alırsınız!

Dolayısıyla onu aşırı övüp, milletin gözüne sokacağınıza ve bu tepkilerin doğmasına sebep olacağınıza, keşke rahatça uyumasına ve zihinlerimizde o sevimli hâliyle kalmasına izin verseydiniz!

Ama “Ayının dostluğu” budur. Ayıdan dostunuz olursa yüzünüdeki sineği taşla ezmeye kalkar ve sinekle birlikte ezilen siz olursunuz!
-----------------------

SAVAŞ ŞENEL KİTAPLARI

AZ ACILI VE KALICI İNGİLİZCE-YABANCI DİL ÖĞRENMEK İÇİN PÜF NOKTALARI
Kitabın Tanıtım Yazısı
Kitabın Facebook sayfası
Kitabı buradan satın alabilirsiniz: Kitapyurdu.com

(Kitabı İmzalı Edinmek İsterseniz Bize Yazınız: savassenel@gmail.com)

ÇAY SAATİ İÇİN HAFİF YAZILAR


(Kitabı İmzalı Edinmek İsterseniz Bize Yazınız: savassenel@gmail.com)




(Kitabı İmzalı Edinmek İsterseniz Bize Yazınız: savassenel@gmail.com)
-------------------