Bir gün Kabataş motorundaydım. Motor, Üsküdar'a yanaşmış ve biz, yolcular da iskeleye inmiştik. Derken önümdeki zayıf ve çelimsiz bir adam, aksi ve gür bir sesle: "Gelsene!" diye arkasındaki birisine emir verdi! Ben de, "bu adam kimi azarlıyor acaba?" diye merakla baktım ve azarladığı kişinin bir kadın olduğunu gördüm. İçimden de gülümsedim: Aslında kadın adamı bir tokatta yere yıkabilirdi ve aslında adam da kendisine değil kadındaki terbiyeye güvenip "dayılık" yapıyordu. Erkeklerin bu "kabadayı" tavırları, her ne sebeple olursa olsun sıklıkla gereksiz bir görünüm çiziyor ve beni de rahatsız ediyor.
Burada temel sorun olarak kendisini ve kadınları tanımamazlık durumunu görüyorum. Ayrıca belki de bazı erkeklerin öğrenmiş oldukları dil bu. Mesela Çince bize çok zor gelir, ama bir Çinli o dili konuşur, çünkü o dili bilir. Şiddet, konuşması bana zor gelen bir dildir, masraflıdır ve sorunları artırır, fakat bir insan bu dili biliyorsa, bu dili konuşur. Bundan daha doğal bir şey olamaz. Ama bir tezim var ki oda şudur: Doğal olan şey, her zaman doğru olan şey değildir. Doğal olan bir çok şeyin devamı rahatsızlık vericidir.
Erkeklerin, şiddete başvurmalarının bir sebebi de erkeklerin, kendilerini, kadınları ve diğer bireyleri anlamak konusunda sıkıntı yaşıyor olmalarıdır. Çünkü çok çalışıp az kazanıyorlar, zamanları yok. Zamansızlık probleminden dolayı, normal taleplere cevap veremeyince, iş diktatörlüğe kalıyor. İstisnalar dışında, patronların veya sosyal bilimcilerin bu konuda çalışmaları veya tezleri yok. Bazı patronlar, size işten atılmadığınız için şanslı olduğunuzu söylerler veya aslında diğer bazı işverenler, size daha fazla imkânlar tanımak isteseler de piyasa şartları sebebiyle bunu yapamıyor olabilirler. Bu şartlar altında, sizin eşinizle veya çocuklarınızla yeterince zaman geçirip-geçiremediğiniz gibi bir konu kolayca gündeme gelemez. Belki kendi ilişkileri için bile böyle bir sorunun varlığının farkında değildir.
Bazı kişiler, kadınların ekonomik güce ulaşmalarının evlilikleri tehlikeye soktuğunu söylüyorlar. Güç ve seçeneklerin insanları şımarttığı doğrudur. Fakat bunda, egemenliğini kadınların çaresizliği üzerine kurmuş olan ve sıklıkla sözlü ya da fiilî şiddete başvuran erkeklerin de büyük suçu var. Artık yeni seçenekleri olan hangi insan, hayatını gözden geçirmemiş ki, bir kadın bunu yapmasın? Yeni seçenekleri olması, kadının erkeğini bırakacağı anlamına gelmiyor. Ama kadın önemsendiğini ve sevildiğini görmek istiyor.
Bir bayan avukat, eşlerine sadakatsizlik eden kadınların çoğunun, intikam için yani, erkeğin aynı şeyi tekrar tekra yapmasına tepki olarak, bu duruma girdiklerini söylemişti. Bu çok ilginç bir durumdur. Bir erkeğin kaba-kuvvete başvurarak karşı tarafa verdiği manevî hasarın çok, ama çok fazlasını, bir kadın hiç bir şekilde şiddete başvurmadan karşısındakine verebilir. Erkeklerin şiddet kullanarak, aslında hangi potansiyeldeki bir öfkeyi besledikleirni görmeleri gerekiyor.
Erkeğin şiddet kullanmasında en önemli etken duygularını yönlendirememeleridir. Erkekler, hayatlarındaki kadınlara (eş, kız, akraba vs) karşı, kadınların belki anlayabilecekleri, ama deneyimleyemeyecekleri bir duyarlık taşırlar. Bu duyarlık yönetim becerisi gerektiren ve kolay incinen bir duygudur. Bilim adamları, erkeklerin özellikle eşleri konusunda baş gösteren bu duyarlığı, erkeğin çocuğun kendisinden olduğundan emin bulunma isteğine bağlarlar. Kadın, bir çocuğun kendisinden olup-olmadığını bilir, çünkü çocuğu dünyaya getiren odur. Ama erkek, kendisini bundan hep emin olmak zorunda hisseder; önce eşini ve daha sonra hayatındaki bütün kadınları etkisi altına alan bir sakınma-koruma duygusu ortaya çıkar. Burada kadınların kendilerine has ve zarif yapıları da önemli bri etkendir. Bir insan sizin gözünüze daha zarif ve narin görünüyorsa, onu koruma-sakınma duygusuna kapılırsınız.
Fakat, kadın da bir bireydir, iş hayatı, cinsel hayatı, istekleri, arzuları ve büyüyüp-geliştiği normal bir süreç vardır. Bu sürecin erkek veya kadın için başıboş geçmesini savunmuyorum, çünkü değerlere oturmamış süreçler insanı değersizleştirirler. Fakat sözgelimi bir baba, kızının bir bir gün yetişkin bir birey olduğu, kişisel, cinsel bir kimliği veya arzulara sahip bulunduğu gerçeğiyle yüzleşmek zorundadır. Çünkü normal olan budur, yani doğal olan bir gencin büyümesi, olgunlaşmasıdır.
Dolayısıyla, erkek, kendisine ağır gelse de bununla yüzleşmek zorundadır. Bu yüzleşme, bireylere sınırsız özgürlükler verilmesi anlamına gelmez, ama yönetilmesi ve tedbirli davranılması gereken bir süreçtir
Değerler çatışması ise ayrı bir konudur. Belli bir yaştan sonra sözgelimi kızımızın değerleri bizimle çatışabilir ve bu durum bizi çok acıtabilir, ama bu da şiddet için geçerli sebep değildir. Genellikle şiddetin ana sebepleri de değerler çatışması değil, değerler dayatmasıdır. Diyelim ki böyle bir değerler çatışması durumu var: Dayakla veya şiddetle yola getirdiğinizi düşündüğünüz bir insan veya ilişki, zaten şirazeden çıkmıştır. Şiddet, bir insanı sadece iki yüzlü ve tilki yapar. Şiddet kullanarak bir insanı, sindirirsiniz, hasta veya katil edersiniz, ama o insanı fethedemezsiniz.
Şiddet, sadece aciz ve çaresiz olduğunuzu gösterir; başka hiç bir anlamı yoktur.
Gerçekten erkek olanlar, insanların duyguları, sıkıntıları, arzuları veya beklentileriyle yüzleşirler. Sevdikleriyle veya özellikle kendi ailesindeki kadınlarla iletişim hâlinde olurlar. Bir erkek öfkesine kapılma ve şiddetiyle değil, öfkesini kontrol etmekle büyür. Aslında erkeklik budur. İnanıyorum ki, hiç bir kadın, onu seven, önemseyen, ve değerlerini dayatmayan, ama incelikle paylaşan bir erkeği (eşleri, babaları vs) hayal kırıklığına uğratmak istemez.
Erkeklere önerim, kabadayı tavırları bırakıp, aklı başında bir aile babası olarak, eşleriyle, çocuklarıyla ve özellikle kızlarıyla çok, ama çok zaman geçirmeleridir.
Onları anlamaya ve zor gelse de onların dünyalarıyla yüzleşmeye karar verin.