15 Şubat 2011 Salı

ÜSKÜDAR BELEDİYESİ İLE SONU GELMEYEN DİYALOGLARIMIZ!


Daha önce Üsküdar ve Üsküdar Belediyesi ile ilgili olarak yazmış olduğum birkaç yazıyı Üsküdar Belediyesine göndermiştim. Belediye Başkanımız Mustafa KARA beyefendiye imzalı bir kitabımı bile bırakmış idim. En sonunda bana cevap olarak Üsküdar Belediyemizden ve “Halkla ilişkiler uzmanı” adlı pozisyonun sahibi olan bir ilgiliden bir email geldi. Çocuklar gibi neşelenerek bu nazik emaile cevap verdim! Üsküdar ve Belediyemiz ile ilgili olarak neler yapabileceğimi anlatan bir email yazıp-gönderdim. Amma velakin benim o emailimden sonra ne b ir ses ne de bir seda çıktı. Ondan beridir de çocuklar gibi mahzun ve kederliyim!
Geçen günlerde belediye binamızın solundaki ara caddede yürürken Belediyemizin kültür etkinliklerini tanıtan afişleri gördüm. Bunun üzerine hüznüm bir kat daha arttı (!). Farklı seminerler veriliyordu, ama benim adım geçmiyordu! Hâlbuki bu kadar çok ve okunaklı yazılar yazan birisinin kendisini azıcık zorlasa (!) gençlere anlatabileceği şeyler mutlaka olurdu. Kendi kendime dedim ki: “Sen misin yurtdışından gelen önemli misafirleri ağırlayan, turistleri gezdiren, yazı yazan, internette 300 yazısı olan, 4 kitap yazan, 20 kitap tercüme etmiş olan, yurtiçinden, yurtdışından okurları, öğrencileri bulunan ve neredeyse 15 yıldır Üsküdar’da yaşayan? Bu kadar zaman bu tür şeylerle uğraşacağına niye çevre yapmadın? Önemli kişilerle vakit geçirmedin? Sadece 4 televizyon programına çıktın? 5 yıl radyo programları yaptın da kendi adını kullanmadın? Hâlbuki o vakitleri, çevresi geniş kişilerle geçirseydin ya! Onlar seni belediyeye tanıtır, adını duyururlardı. Sen de böyle bu afişlere aval aval bakmaz ve “Ulen 44 yaşındayım, 40 yıldır İstanbul'dayım, 15 yıldır Üsküdar'dayım, 18 yıllık eğitimciyim, yazarım, tercümanım ve de iletişimciyim, amma Belediyemizlen iletişim kuramıyorum, belediye erkânı bennen muhatap olmuyor!” deyip sızlanmazdın! Bak gördün mü şimdi? Ağzınla kuş tutsan, hiçkimse senle muhatap olmuyor! Aah aaaaah!”
Sonra sızlanmalarıma devam ettim: “Belediye başkanımıza kitap bile bıraktın. “Elbette onun kendisine ait geniş bir kütüphanesi vardır, senin kitabına da ihtiyacı yoktur. Ama olsun yine de Üsküdarlı bir yazardır, belki lütfeder de bir kahve içmeye davet eder” dedin. Senin yüzüne “başkanımız çok meşgul, ama bu gariban onunla karşılıklı görüşeceğini sanıyor vah vah” der gibi bakan memurla konuştun ve senin adını randevu defterine yazmasını rica ettin. Sen halk günü olan Çarşamba gününde ve kalabalık içinde Başkanımızla görüşmeyi istemedin. Ama ne oldu? Ne bir haber ne bir mektup geldi! Hâlbuki “eğitimciyim” demeyip siyasî konulara girseydin, eğitim yazıları yazacağına belediyemizi anlatsaydın, belediyemiz büyüklerinin adını sırayla ansaydın, şimdi onlar da seni anarlardı. Ama nerdee? Neymiş? “Ben yazarım kıymetim bilinmeli” tripleri ve bu "izole-merdümgiriz aydın şekilleri" seni bitirdi ve istikbali senin için bulutlu hava gibi yaptı! Eh artık sen otur ofisinde Türkçe-İngilizce yazmaya devam et ve bekle ki seninle iletişime geçsinler! Bak “halkla ilişkiler uzmanı” bile senden aldığı emaile cevap yazmadı! Hani çevre hani nüfuz? Yok yazarmışım da, eğitimciymişim de, 9 yabancı ülke, 20 yabancı kent görmüşüm de, halkın nabzını tutarmışım da, gençleri eğitmek lazımmış da! Geç bunları geç!"
Bir an yaşamış olduğum bu hüzün (!) nöbetinden ve bütün bu mızıldanmalardan sonra, kendime bir çeki-düzen verdim, iki simit aldım ve ofisime doğru yollandım.
Halkla ilişkiler sorumlusu da tutarım, tezgâhtarlığım da iyidir. Satıcılık ta yaptım ve bir mikro "franchising" işinin içindeyim ve tanıtımını da yapıyorum. Yani insanlara bir fikri götürüp kabul görmeye veya reddedilmeye alışığım. Amma gel gelelim, fikirlerimi veya yazılarımı pazarlamayı sevmiyorum. Televizyon programlarında, seminerlerde dervişliği-sukuneti anlatan kişilerin bazılarının, günlük hayatlarında nasıl telaş içinde proje kapma yarışına girdiklerini biliyorum. Hayatlarının devamı ve hayallerinin gerçekleşmesi için çalışmalarında bir sorun yok, amma televizyonda veya sahnede başka türlü davranıp bana mürşitlik yapmaya kalkmasalar! İşte onlara benzer birisi gibi algılanmak istemiyorum! E yani bilginin ve bilmenin de bir ağırlığı yok mu?
Vaktiyle, sahip olduğu serveti paylaşmayı seven çok cömert bir ağa varmış Gel zaman-git zaman bu adam yokluğa düşmüş. Bir gün eldeki avuçtaki iyice tükenince, çok sevdiği atını satıp o günkü maişetini temin etmek için pazarın yolunu tutmuş. Bu sırada karşısına eski marabalarından-çalışanlarından birisi çıkmış ve: "Selamlar Ağam, bu ne güzel bir attır! Allah nazardan saklasın" deyince, cömertlik huyunu bırakamayan ağa: "Yiğidim, çok sevdiysen, al hediyem olsun!" demiş ve atını, eskiden marabası olan bu adama verivermiş. Olaydaki ağayla ortak yanımız yoksulluk değil, Allah'a şükür. Ama söylemek istediğim, Ağalığın bir izzeti varsa, bilmenin ve bilgiye sahip olmanın da bir izzeti olduğudur.
Bu olayı hatırlayıp kendi kendime dedim ki: “Ülen Savaş Hoca, senin ne işin var kalabalıkta? Yazan, düşünen, fikirleri olan sensin. Bunca yazıyla ve çalışmayla seni tartamayıp, ancak kartlarını veya isimlerini götürdüğün kişilere göre ve seni yine de anlamadan sana gülümseyeceklerse, onlarla ne işin olur? Yakışır mı böyle adama devlet erkânına sokulmak? Bırak onlar seni davet etsinler! O zaman elinde bir bardak çayla gülümseyip ve öğrencilerine şu soruyu sorarsın: “Canlarım, bu davete gitsem mi-gitmesem mi? Ne dersiniz?”"
İki katlı fildişi kuleme (!) çıkıp, ofisime ulaştığımda, internet üzerinden ders verdiğim veya ofisimde konuk ettiğim öğrencilerim, kitap projelerim, yazmış veya tercüme etmiş olduğum kitaplarım, başkalarının yazmış olduğu kitaplar, seminerlerim, yabancı misafirlerim, bana danışan kişiler, o eski handa yazmış olduğum bütün o yazılar, şiirler, anılarım, yeni projelerim, Türkiye’nin ve dünyanın değişik yerlerinden aldığım emailler, hüzünlerim, neşelerim, sinir krizlerim, kahkahalarım ve bunlar gibi bir sürü şey oradaydılar…. Ve en önemlisi, bir düşünür, yazar ve şair olarak kendi ellerimle inşa ettiğim, önemsediğim, en eskimez ve en eski dostum olan; sükun dolu yalnızlığım beni bekliyordu!
Hepsine sıcak ve sevecen bir şekilde gülümsedim...
-----------------------

SAVAŞ ŞENEL KİTAPLARI

AZ ACILI VE KALICI İNGİLİZCE-YABANCI DİL ÖĞRENMEK İÇİN PÜF NOKTALARI
Kitabın Tanıtım Yazısı
Kitabın Facebook sayfası
Kitabı buradan satın alabilirsiniz: Kitapyurdu.com

(Kitabı İmzalı Edinmek İsterseniz Bize Yazınız: savassenel@gmail.com)

ÇAY SAATİ İÇİN HAFİF YAZILAR


(Kitabı İmzalı Edinmek İsterseniz Bize Yazınız: savassenel@gmail.com)




(Kitabı İmzalı Edinmek İsterseniz Bize Yazınız: savassenel@gmail.com)
-------------------

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder