19 Ekim 2009 Pazartesi

Kısa Notlar: Bugün Böyle yazmak istiyorum!


Aile Babası olmak zor yahu!

Her gün ofise geldiğimde ilk işim bizim Sarı PonPon'u, kısaca Ponpon'u doyurmak. Onu aldığımda çok küçüktü; Biberon emmeyi bilmiyordu; zamanla öğrendi. Şimdi katı mamalar yiyebiliyor, ama yine de sıvı mamayı seviyor. Önceleri bana, sadece mama içmek için gelirdi. Ama sosyalleşmeye başladı ve işi düşmese de geliyor! duygusal ihtiyaçlar için
.. Bacağımda oturur; elime falan saldırır; oyun oynar yani. Zaman zaman yüzünü siler-temizlerim. Delikanlı çocuk temiz görünmesi lazım...

İlginç bir anım:
Öğenciyken bir kafeye gitmiştim. Kafenin sahibi benle sohbet etmeye başladı. Adamcağız çok üzgündü, çünkü işleri iyi değildi. Sebebini sordum. O da: "Öğrenci yurdunun karşısına kafe açtım, hani gençler gelirler, kâğıt oyunları, Okey vs oynarlar diye. Ama kimse gelmiyor" dedi. Yurt bir vakfa bağlıydı ve orada kalan çocukların kahveyle, kâğıt oyunlarıyla ilgileri yoktu. Sanıyorum sigara içenlerin sayısı da çok azdı ve sigara içmek için kaçıp-gelen de olmuyormuş. Dolayısıyla kimse bu kafe-kahvehaneye gelmiyordu. "Hayat garip" dedim. Adamın sevinmesi lazımdı, ama üzülüyordu.

---------------

Kısa Bir Türkiye Gezisi

Kısa bir geziye çıkacağım. Amerika'dan gelen akademisyen, düşünür ve sanatçılardan oluşan bir grupla bir gezimiz olacak. Sağolsun öğrencim Hakan Berberoğlu beni böyle gezilere davet eder. Ben de sıradışı kişilerle tanışır ve globalleşirim! Bu işime yarıyor mu bilmiyorum! Bizim memlekette yalın olacan, karmaşık olmayacan!

Yıllar önce bir dostla
Yıllar önce bir dostumla bir gün geçirmiştik. Çok iyi bir insandır. Ama pek okumaz, fakat her konuda fikri vardır. Beni sever. Ama kısa yollar, kestirme ifadeler, her alanda uzmanca tavırlar ve buna benzer şeyler devam etti-gitti. Onunla aynı şeyleri söylüyor olsam bile bir ihtilaf-kavga arayışı, öfke... Derken baktım olmuyor, ben de kendimi dinlemeye verdim. Kitap önersem okumaz, eleştirdiği konularda bir etkinliğe davet etsem gelmez, email adresi yok herhangi bi dokuman veya link gönderemiyorum. Üstelik ev sahibi konumundayım; herhangi bir anlaşmazlık çıksa, küsebilecek bir yapısı var. Bir gün boyunca onu dinledim. En sonunda bana: "Sen ne kadar ılımlı bir insansın" dedi sağolsun! Ayrıldığımızda derin bir "oh" çektiğimi hatırlıyorum, çünkü sürekli "sabır" çekerek onu kırmadan ayrılmayı başarmıştım. Herhangi bir konuda fikrimi sormamış veya dinlememişti. Benim için kayıp mıydı? Hayır, ama onun için kayıptı sanırım...
----------------

Bilgeliğin Yayılması

Bazı arkadaşlarımla konuşuyoruz. Kendileri kitap odaklı bir camia içinde oldukları hâlde ve aslında kitabın her yere yayılmasını istemeleri gerekirken, mesela kitap ve sesli dokumanlarla eğitim yapılan bir dağıtım ve satış organizasyonuna kuşkuyla bakıyorlar. "Dünyevî" bir işe yüklenen ciddiyet ve eğitim onlara garip geliyor. Hâlbuki Sezai Karakoç'un ifadesiyle "Endülüs'ün Devletinin yıkılması, dünyevî işlerin hor görülmesi veya ihmal edilmesiyel başlamıştır." Bana göre kitap ve sesli yayınlar, dünyevî veya uhrevî her organizasyonun içinde olmalıdır. İşadamlarının, işkadınlarının, esnafın ve benzeri grupların meslekî eğitime, etik kuralları öğrenmeye ve erdemli olmaya ihtiyaçları yok mudur? Yeri geldiğinde ailenizi bir taksi şoförüne emanet etmiyor musunuz? Onların sadece meslekî eğitim değil, aynı zamanda manevî bir eğitim de almaları gerekmiyor mu?

"Paracı" olmak

Bir iş adamına hiç kimse "paracı" demez. Fakat gelir düzeyini yükseltmek isteyen ve orta sınıfa ait birisine "hırslı" diyen çok olur. Nedense, bizimle tanıştıklarında zengin durumda olan kişilere "zengin olma" vasfını yakıştırırken, sonradan zengin olmayı hedefleyenleri "hırslı" olmakla suçlarız. Bunun temelinde o kişiyle ilgili olarak beslediğimiz vizyonun kısırlığı, çekememezlik veya kendi tembelliğimizi haklı göstermek gibi sebepler olabilir. Bilemiyorum.

İnsan doyar mı? Doyar!
Dar gelirli insanların varlıklı kişiler hakkında kolayca verdikleri bir hüküm vardır: "İnsan doyumsuzdur!" İnsanlar doyumsuzlarsa, Türkiye nasıl oluyor da dünyada en çok TV seyredilen ilk beş ülke içine giriyor? Bu doyumsuz kişiler neden akşamları gelirlerini artıracak işler yapmazlar! Bence insan bedavaya doymaz. Yoksa çalışarak kazananlar, zaten yoruluyorlar ve belli bir amaçları oluyor. Onlara ulaştıklarında durup-keyfine varıyorlar. Hâlbuki bedava geliyor gibi görünen rüşvet-avanta vs gibi şeyler, abur-cubur gibidirler, bir hak ediş duygusu olmadığından beyni ve kalbi de doyurmuyor... E tabi bu sefer ye babam ye...

"Aşk" edebiyatından sıkıldınız mı?

Ben fena hâlde sıkıldım. İnsanların, evlenmeden önce bütün katma değerleri serbestçe tüketebilmelerinden dolayı, bir insanla bir araya gelmek için artık yeni bir sebep arayışı... Bence bu durum "aşk" kavramının abartılı bir şekilde yüceltilme sebeplerindendir. Hâlbuki birisiyle evlenebilmek için "aşk"tan başka dayanak kalmaması acıdır. Hâlbuki bir insanla geceyi birlikte geçirebilme imtiyazını elde etmek, onunla aynı evde kalabilme keyfini yaşamak veya sabah birlikte uyanabilmek gibi basit görünen, ama aslında, birisini seviyorsanız, harika olan bu ayrıcalıklar da evlenmek dediğimiz paketin içinde olmalı. Bu durum, evlenme fikrini güçlendirir ve önemli hâle getirir. Birisini seviyor ve değer veriyorsanız onunla birlikte aynı çatı altında yemek yiyebilmek de heyecan vericidir. Onca şey tükenmiş ve iş aşka kalmışsa işimiz zor diye düşünüyorum. Ha aşık olmayalım mı? Olalım, ama sadece aşkla evlenilmez ve ilişkiler sadece aşkla yürümez. Bir çok, basit görünen, ama keyifli katma değeri de evlilik sonrasına bırakmak, evlenme fikrini güzelleştirir ve evliliklere sıradışı bir keyif verir diye düşüncesindeyim.

Şefkat... Şefkat...
Aşk üzerine neden çok yazılır? Buğuludur, gizemlidir, oysa hayatı sürdüren şefkattir. Bir çocuğa aşkla değil şefkatle yardımcı oluruz. Yardımlaşmaya dayanan ve toplumun sağlıklı işlemesini sağlayan her etkinlikte enerji sağlayan güç şefkattir. Öğrencilerimizi, çocuklarımızı, sevdiklerimizi aşkla değil şefkatle koruruz. İnsan ilişkilerinde aşkın yer aldığı tek ilişki evlilik ilişkisi veya sevgili olma hâlidir. Onda bile saf aşk varsa, şefkat yoksa sorunlar doğar. Hayatın her yerinde hayatî önemi olan "şefkat" duygusu neden aşk kadar yüceltilmiyor, anlıyor değilim. Tasavvuf denince de akla "aşk" geliyor, hâlbuki "şefkat" duygusunun insan-ı kâmil olma yolunda da daha emniyetli bir süreç sağladığını söyleyen düşünürlerimiz var.
Zavallı aşk, bunca beklentiyi nasıl karşılar!

Şiir: "Tenekeden saksı yaptım/ Ellerinden grip kaptım"
Herkes "şiir" okuyor. Bir zamanlar kulağa hoş gelen, ama artık kullanılmaktan yorulmuş, ve eskimiş bir fon müziği, önde göz yaşlarının veya yerine göre buğulu gece hayatının çağladığı bir takım anlamsız daha doğrusu çok düz ve dolayısıyla şiirce anlamsız sözler. "Federico Garcia Lorca'nın, Sezai karakoç'un veya Halil Cibran'ın yazdıkları şiirse, bunlar nedir? Yok bunlar şiirse diğerlerinin yazdıkları nedir?" sorusunu sorduran sefil bir tarz. Merhum Attila İlhan'da bu türden "şiirlerin" insanları gerçek şiire ulaştıracağı umudu vardı. Ama heyhat, köprünün ucu karşıya geçmiyor ki boşluğa eğilmiş, sizi nasıl karşı kıyıya yani şiire ulaştırsın? İbrahim Sadri'nin "tenekeden saksı yaptım" tarzı sözleriyle canlanan ve Yusuf Hayaloğlu'nun "Ulan Rıza" deyip-sefil bir hayatı şiirce değil, sefilce anlattığı "şiirlerle" süren bir tarz... Ama bu tarz tutuyor mu? Tutuyor! İyi de ben çocukluğumdna beri tutulanın değil, doğru olanın peşinden gittim (sonradan doğrular tutuyorlar da ayrı mesele) Ne yapalım bizim kaderimiz de bu! Dışarda tutan, ama içerimde yıkılan şeylerin peşinden gidemedim bir türlü. Bende de ses var, melankoli var; şiir de var! Ama "beni yaktın insafsız kaç gece oldu/ Hasretin bağrımda okunan tek hece oldu!" tarzı şeyleri yazmayı hiç istemedim! Konfeksiyon işçilerinin hüznünden beslenen değil, onların hüznünü umuda çeviren şeylerin peşindeyim!

NLP ve taksiye güvenmek

Bir de NLP sömürüsü çıktı. Olacak tabi! Hangi iyi veya kutsal şeyden haksızca ve arsızca yararlanmak isteyenler çıkmamıştır! Randevulara taksiyle gitmeye karar verdiğim zamanlarda "nasılsa taksiyle gideceğim" deyip işi ağırdan alıp, geç çıktığım olur. Taksi bu uçacak değil ya, bu sefer geç kalıyorum. E kardeşim NLP'nin de yapabileceği şeyler var, yapamayacakları var. Beş ayda NLP ile İngilizce öğreteceğiz demeyin bari! NLP'ye de yazık, size de yazık, öğrenciye de yazık! Mevzuatta yeri olmayan, yasal boşlukları kullanıp, 5 ayda İngilizce öğreteceğinizi iddia edebiliyorsunuz! İlerde bunun adı "nitelikli dolandırıcılık" olacak, haberiniz olsun. A be kardeşim İngiliztere'de veya Amerika'daki kurslarda bunu vaat etmiyorlar, siz Türkiye'de bunu vaadediyorsunuz! İnsafınız kurusun! :)

-----------------------

SAVAŞ ŞENEL KİTAPLARI

AZ ACILI VE KALICI İNGİLİZCE-YABANCI DİL ÖĞRENMEK İÇİN PÜF NOKTALARI
Kitabın Tanıtım Yazısı
Kitabın Facebook sayfası
Kitabı buradan satın alabilirsiniz: Kitapyurdu.com

(Kitabı İmzalı Edinmek İsterseniz Bize Yazınız: savassenel@gmail.com)

ÇAY SAATİ İÇİN HAFİF YAZILAR


(Kitabı İmzalı Edinmek İsterseniz Bize Yazınız: savassenel@gmail.com)




(Kitabı İmzalı Edinmek İsterseniz Bize Yazınız: savassenel@gmail.com)
-------------------

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder