25 Nisan 2011 Pazartesi

Benden ünlü olur mu?


Geçen gün ofisime gitmeden önce Üsküdar’ın açık hava çayhanelerinden birisine uğradım. Hava güneşliydi ve etrafımda neşeli insanlar vardı. Ben de çayımı yudumlayıp, bir öğrencimin bana ödünç vermiş olduğu romanı okumaya karar verdim. Kitabı gayet keyfili ve istekli bir şekilde okuyordum. Çünkü bu zarif öğrencim bana bu romanı ödünç vermekle birlikte, önemli bulduğum satırların altlarını çizebilme imtiyazını da lütfetmişti! Derken bir süre sonra ara verdim ve kitabın hiçerdiği hikayenin de etkisiyle hayatta gerçekten neler yapmak istediğimi yeniden düşündüm.

Düşündükçe, aslında kendi içimde olup-bitenlerin tersine şeyleri dillendirdiğimin farkına vardım. Sözgelimi tanınmak istediğimi söylüyordum. Sonra, yazmış olduğum kitabın bazı nüshalarını televizyon programcılarına göndermeyi planladığım halde, neden hâlâ göndermemiş olduğumu düşündüm. Çünkü aslında televizyon kanallarına konuk olmak istemiyordum. Çünkü aslında sakin hayatımı daha çok seviyordum.

Bağlantılarımı kullandığım zaman belki televizyon programlarına çıkabilirdim ve birkaç televizyon programına konuk da oldum. Gidip-sokulabileceğim ve güçlü kişilerden oluşan bir çevrem de var! Ama onlardan yardım veya destek istediğim zamanları düşündüğümde, bu imkânı daha çok öğrencilerim ve dostlarım için kullanmış olduğumu gördüm.

Çocukluğumdan beri ilginç şeylere ilgi duydum ve taraf oldum. Bu huyumdan dolayı, çevremdeki kişiler tarafından çokca sorgulandığım için, bazen beni incitmek, bazen de iyi niyetle cevaplar bulmak için bana sorulan sorulara cevaplar ararken, hep okumak, düşünmek zorunda kaldım. Yaşım ilerledikçe de, aynı çabayı bu kez nerelerde susmam gerektiğini öğrenmek ortaya koydum! Bu sürecin her yanında koruduğum bir alışkanlık daha var: Ne yaparsam yapayım, gün içinde illa ki kendime zaman ayırırım. Hatta evde misafir olduğunda bile, belli bir süreden sonra onları babama veya eşime emanet edip ofisime gitmişimdir ve yine aynısını yapıyorum. Ne olursa olsun, günün bir kısmında yalnız kalmalıyım.

Çantamı omzuma alıp istediğim yere, yani salaş bir lokantaya, bir çayhaneye veya deniz kenarına gidip yalnız başına, bir arkadaşımla veya arkadaşlarımla oturabilmeliyim. Saklı gizli bir işim olur mu? Olmaz, ama fazlaca bilinmemek, hayatımı istediğim gibi yaşamak ve sözgelimi deniz kenarındaki bir kafede sükûn içinde oturabilmek hoşuma gidiyor.

“Ünlü olursam, daha çok insana ulaşabilirim” diye düşündüğüm zamanlar oldu. Fakat ne ilginçtir ki, bu konuda bir çabam olamıyor, olmuyor! Aslında işin içinde hizmet de var! Yani ben deneyimlerimin ve birikimimin özellikle genç insanlara ışık tutabileceğine inanıyorum. Hatta bazı dostlarımı daha bilinir olmaları için teşvik de ediyorum. Onlara: “Siz meşhur olmayı istemiyor olabilirsiniz, ama sizi daha çok insan dinlemeli ve okumalı” diyorum. Yani bazen ünlü birisi olmak sizin göreviniz de olabilir. Ama kitaplarımın veya yazılarımın çok okunmaları hoşuam gider, ama mesela sokakta yürürken şahsen teşhis edilebilen birisi olma fikrine bir türlü ısınamadım!

Aslında bilinir olmak konusunda da, zor yolları tercih ediyorum; sanki reddedilmek istiyorum! Belki de birilerini cezalandırıyorum! "Zor yol" dediğim şeyler, birisine gidip-kendimi anlatmak, bir belediye başkanından aracılarla değil, bir sivil olarak randevu istemek veya kitabımı hediye etmek gibi şeyler. Ama o kişilere bir isimle-referansla gitmeme tavrımı inatla sürdürüyorum. İstiyorum ki kendileri beni anlayabilsinler. Bunun kolay olmayacağını da biliyorum, peki neden böyle yapıyorum? Sanırım bunu zaten onları pek umursamıyorum da.

Bir fikri pazarlamayı seviyorum, ama kendimi pazarlamayı sevmiyorum. Fikir de pazarlasanız, önce kendinizi pazarlarsınız, bunu biliyorum. Ama bir iş fikrini pazarlarken takım elbise giymek veya heyecanla konuşmak hoşuma giderken, kendimi pazarlarken susmayı tercih ediyorum. Nedense kendimi anlatma fikrine bir türlü ısınamadım. Kitabımı veya yazılarım inceleyen birisi zaten bir şey varsa, anlar diye düşünüyorum. Yanlış düşünüyorum, ama bu düşünceyi düzeltmeyi de düşünmüyorum!

Geçenlerde bir tanıdığımı hastaneye götürmüştüm. Bu yaşlı akrabamın bazı tahliller yaptırması gerekiyordu ve o gözlem odasında dinlenirken, ben de onun yanında bulunup ona yardımcı oldum. Saatler süren bu bekleyişin sonusunda, şükür ki, bizi üzen bir sonuç çıkmadı. Ben bu bekleyiş süresince onun yanında kitabımı okudum. Bazı doktorlar fazlaca konuşmayan ve kitabını okuyan bana ara sıra merakla baktılar, ama o kadar. Yani yüzümün bilinir olmamasının, aslında benim için en özel şey olduğunu yeniden anladım.

Show dünyasının dinamiklerini bilirim. Ama insanları kendine kayran bırakma, fakat bunun farkında değilmiş gibi davranma işi de bana göre değil. Eğitimci gibi görünüp, seminerler verip, ama dinleyicilerin aslında sizi görmeye geldiklerini bilmek bana itici geliyor. Ben zihin hoplatmayı seviyorum, bir takım numaralarla yürek hoplatmayı değil! Ama ne derseniz deyin bu işler böyledir! Hayalleri süslemeden zihinleri süsleyemezsiniz! İşte bu da bana göre değil! Ben sadece istediğim kişilerin ilgisini çekmeliyim! Buna şairce veya çocukça bir kapris de diyebilirsiniz!

Neyse ben kendi halimde yazayım, seminerlerimi vereyim, tercüme yapayım ve diğer işlerime bakayım. Bu arada radyo programı yapma fikri bana hala sıcak geliyor.

Galiba yalnızlığımı ve sükûnetimi bencilce ve çocukça seviyorum…


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder