30 Ocak 2010 Cumartesi

Hakikaten kısa notlar: Oğlumun karnesi, evli erkeklerin ilginçliği, demokrasi, öğretmenlik, radyoculuk



Kısacık yazayım diyorum uzun bir yazıya dönüşüyor; Bu sefer kısa notlar yazacağım, kararlıyım...

Evli erkekler daha mı ilginç olurlar?

Bir romanda "nedense bütün ilginç erkekler evlidir" ifadesine rastladım. İşin doğrusu, bir kadınla (farklı kadınlarla değil) uzun yıllar evli olmak (sadece birlikte yaşamak değil) bir insanı değiştirir, dönüştürür ve geliştirir. Eğer evli bir erkekte bir "ilginçlik" varsa, bunda da bir kadının rolü vardır. Çünkü o kadın, o "ilginç" erkeğin, çoraplarını kirli kutusuna atmayı, çocuklarıyla daha fazla ilgilenmeyi, öfkesini kontrol altına almayı vs. öğrenmesi için yıllarca destek olmuş ve almak istediği sonuçları yine yıllarca sabırla beklemiştir. Yani bir kadın, kadınların zaten bildikleri şeyleri, evli olduğu erkeğin de öğrenmesi için sabır dolu ve bazen bunaltıcı olan bir çaba göstermiştir. Siz de, aslında "torna-tesviyeden" geçmiş olan bu kişiyi görüp: "Ne ilginç bir insan!" dersiniz! Peki erkeğin bunda bir çabası yok mudur? Elbette vardır! O da gururuna kapılmadan, samimiyetle eşinin söylediklerini dinlemiştir veya dinlemeye çalışmıştır. İlginçliğin bir kısmı da burada aslında. Çünkü erkeklerin önemli bir kısmı, yanlarında her zaman durmaya azmetmiş olan kadını biraz daha fazla dinlemeyi akıl edemiyorlar!

Bizim Oğlanın karnesi
Karneler verildi ve ilköğretim 5. sınıfta okumakta oğlum takdirnâme aldı. Kızım da ana okuluna gidiyor, onun karnesi de iyi, ama onun devam ettiği çocuk yuvasında daha takdirnâme sistemi yok. Oğlum, dersanelerin açtıkları sınavlarda da iyi derecede sonuçlar alıyor. Aslına bakarsanız, kerata çok da ders çalışmaz; yani vazife adamıdır: Ödevlerini yapar, bazı ek çalışmaları yerine getirir ve sonra da keyfine bakar. Deli gibi çalışan bir öğrenci olduğunu söyleyemem. Ama bir ozelliği var ki, bu konuda hem kendisi hem de biz çok çaba gösterdik diyebilirim: Oğlum düzenli olarak kitap okur ve bizimle birlikte film seyreder. Elbette, hangi filmleri onunla birlikte seyretmemiz gerektiği konusunda duyarlıyız. Ayrıca gazete de okur. Okuma ve film seyretme sürecinden önce de, bol bol masal kasetleri dinlerdi.

Peki bütün bunların oğlumun takdirnâme almasıyla ne ilgisi var? Bence çok, ama çok ilgisi var! Bu yazıyı yazmaya başlamadan önce bizim oğlanın okumuş olduğu kitap sayfa sayısını hesapladık ve gerçekçi bir hesaplamayla, yaklaşık olarak 10 bin sayfa kitap okumuş olduğunu bulduk. Bir çocuk 4,5 yılda 10 bin sayfa kitap okursa, sizce bu, derslerinde ve hayatında büyük bir fark meydana gelmez mi? O kadar sayfa kitaptan gelen fikirler, vizyondaki genişleme vs. Bütün bence çok büyük bir fark meydana getirir. Bu fark, onun anlayışına, idrakine, sosyal zekâsına, derslerine; yani kısaca bütün hayatına yansır...

Rakamlar, Rakamlar
Bir öğrencimle derslere başladıktan kısa bir süre sonra, işi rakamlara dökerim. Benden İngilizce, yazarlık, iletişim veya başka bir ders alıyor olsunlar, konu gelip rakamlara dayanır. Bunlar "Hayatî İşaretler" dediğim konulardaki rakamlardır. Öğrenci günde kaç sayfa İngilizce metin, Türkçe metin okur, ne kadar İngilizce-Türkçe ses dosyalari dinler, haftada kaç film seyreder vs.; bunları birlikte netleştiririz. Çünkü insanalrı geliştiren ve olmak istedikleri kişiye dönüştüren, aslında benim şahsımdan çok, onlara önermekte olduğum kaynaklardır. Dolayısıyla aslında işin can damarı, öğrencilerin benimle birlikte geçirdikleri zamandan çok, benden uzaktayken yaptıklarıdır. Tabi biraz nahifseniz, yani başka bir deyişle biraz safsanız: "O zaman size ne gerek var, Hocam?" sorusunu bilmiş bir şekilde sorabilirsiniz! Ben de derim ki: "Öğrencilerin hayallerini, hedeflerini anlamak veya bazen birlikte netleştirmek için zaman geçiren, yani bu konuda uzman olan kişi benim! Hatta zaman
zaman öğrencilerimle birlikte kitapçılara gidip, onlarla birlikte kitap seçerim ve son zamanlarda en çok keyif aldığım etkinliklerden birisi de bu.

Öğretmene bağlı, ama ondan bağımsız da işleyebilen asenkron bir eğitim sisteminin kıymetini Amerikalı pazarlama şirketleri anladı, ama çoğu öğretmen anlayamadı ya, ona yanarım!

Ders arası Demokrasi dersi!
Bir gün dersanedeydim, akşam sınıfıyla derse başlarken, öğrenciler bana, son dersten önce teneffüse çıkmak istemediklerini bildirdiler. Çünkü böylece son dersten biraz daha erken çıkabilecek, dolayısıyla evlerine de daha erken gidebileceklerdi. Bu isteklerini bana ilettiler ve çoğunluğun bu fikri benimsediğini belirttiler. Ben de, bunun çoğunluk veya azınlık konusu olmadığını, bir kişi bile teneffüse çıkmak istese, ders yapamayacağımı ve herkesin teneffüse çıkacağını söyledim. İkinci dersin sonunda, bütün sınfa hitaben: "Teneffüse çıkmama fikrine itirazı olan var mı?" diye sordum. Bir öğrenci teneffüse çıkmak istediğini söyledi. Ben de: "Evet ara veriyoruz, herkes çıkabilir" dedim. Çünkü bu yönetmelikte yer alan bir şeydi ve öğrencilerin ders aralarında 10 dakika dinlenme hakları vardı. Dolayısıyla bir kişi de olsa, bu hakkı elinden alamazdım. O teneffüse çıkan bir kişi yokken de ders yapamazdım, çünkü dersi dinlemek de onun hakkıydı.
Kısaca, yasal bir hak, azınlığın veya çoğunluğun isteğiyle ve hele baskısıyla insanların elinden alınamaz.
Bir "aydın": "Biz asılız, Türkiye'de halkın %90'ı bile istese, bizim istediklerimizin tersi bir şey olamaz!" demişti. Başka bir ifadeyle: Türk halkı o kadar nahif ve zavallı ki, bu halkın %90'ı bile bizim için bir anlam taşımıyor!" demek istedi. E sonra ne oluyor? Snob, küstah ve sözüm ona aydın bir grup, Türk Halkının yerine karar verebiliyor! Bu sözde aydını dinleyince, benim yaşadığım bu teneffüs oylaması aklıma gelmişti; yazmak bu güne nasip oldu.
Bakırköy'de bir anı: Aklımda kalan saygın insan-kadın profili
Bundan belki 10 yıl önce Bakırköy'de yürüyorum. Üzerimde güzel bir takım elbise vardı. Sonra karşımdan gelmekte olan bir bayanın bana dikkatle baktığını farkettim. Oldukça zarif, yaşça benden büyük, kendisine güvendiği her hâlinden belli olan ve hanımefendi tavrına sahip birisiydi. Bu bayan önce gözlerime ve sonra da elbiseme baktı. Kendi kendime: "Bu kişi bana boşu boşuna bakmaz! Bir şey var herhâlde" dedim. Sonra üstümü-başımı kontrol ettim ve ceketimi komik bir şekilde yanlış iliklemiş olduğumu gördüm! Belki de saatler boyu öyle komik bir şekilde dolaşmıştım! Kadıncağız da: "Bu genç adamı insanlık namına uyarayım" diye düşünmüş olmalı ki, beni bakışlarıyla uyarıp ablalık yaptı. O bayanı bir daha görmedim. Ama o, saygın ve kendisine güvenen insan-kadın profiline iyi bir örnek olarak hep zihnimde kalmıştır.
"Halkın önünce hesap vereceksin!"
Bir öğrencim kendisiyle ilgili bir konuda, zihnimden güzel dilekler geçirmemi rica etmişti. Ben de, doğrudan dua ettim. "Sen hiç ateş böceği gördün mü?" adlı oyunda, Demet Akbağ'ın oynadığı ileri ifrat derecede yani ileri zekâlı bayan karakteri, dayısı "umarım" deyince ona "Kimdem umarsın?" diye sorar. Yani bir şey umuyorsanız, birisinden umarsınız! Hele bir şeyi kalpten veya zihinden geçirmek, ama hiçkimseden bir şey ummamak mümkün mü? Öyleyse neden dua etmeyeyim ki, Allah'tan istemeyeyim ki?
Bir keresinde, üniversitede aynı görüşte, ama farklı fraksiyonda olan öğrenci grubu atışıyordu. Bir öğrenci diğer gruba dedi ki: "Birgün halkın önünde hesap vereceksiniz!" Kendi kendime dedim ki: "Yahu birader, o vakte kadar kim öle kim kala! Dünya gözüyle o kadar insanı nerden bulup ve topayacaksın da sonra da bu arkadaşlarına hesap verdereceksin!" Bu kişinin tasvir ettiği şey, aslında ahiret günüydü! Ama bazı dinî terimleri kullanmamak, ama bir yandan da aynı etkiyi verebilmek için çabalıyorlardı. Daha doğrusu içerde kapanmayan o sonsuzluk, hak-adalet duygularına da gem vuramadıklarından, ama bir yandan da dindar görünmemek için, bazı insanlar arzularını bu tür terimler kullanıyorlar.
Yani aslında insanlar, yok olup gitmeyi kendilerine bir türlü yediremiyorlar ve kendilerinden daha üstün bir güce inanma eğilimlerini göz ardı edemiyorlar. Bence de bu konuda yorulmaya gerek yok! Yok olmayacağımızı ve bizi bir gözeten olduğunu kabul edin de rahatlayın, bu sizi zayıflatmaz, güçlendirir!
Öğretmenlik bölümlerinden mezun olduklarını saklayan ünlüler! Çok komik oluyorsunuz!
İngilizce öğretmenliği bölümünde birlikte okuduğumuz bir sınıf arkadaşım, radyolardan birisinde DJ'di. Daha doğrusu, bunu bir gazete haberinden öğrendim. Arkadaşım, Öğretmenlik mezunuyum diyememiş ve okumuş olduğu bölümü, "İngiliz Filolojisi" olarak bildirmiş, ama sakar muhabir mi desem dizgici mi desem, bu terimi "İngiliz Fizyolojisi" olarak yazmış. Düşünün öyle bir bölümdesiniz ki İngilizcelerin fizyolojilerini öğreniyorsunuz, ama İngilizce öğretmeni olarak mezun oluyorsunuz!
İngilizce öğretmenliği mezunu olduğunu saklayan, kendisine filoloji mezunu diyen başka birisini daha tanıyorum ve esefle kınıyorum. Yahu Sting gibi meşhur bir müzisyen bile geçmişte öğretmen olduğunu saklamıyor, siz niye öğretmenlik mezunu olduğunuzu saklıyorsunuz?:) Ben radyo ve televizyon programlarında mesleğimi hep söyledim. Bir keresinde radyoda gece programları yaparken mesleğimi söylemedim, ama onun sebebi de özellikle öğretmen olduğumu saklamak değil de, dinleyiciyi merak ettirmekti. Yoksa: "Filoloji mezunuyum" falan hiç demedim. Ben öğretmenlik mezunuyum çünkü!
Radyoculuk kolay bir iş değildir!
Radyoda programlar yaptığım dönemde, bazı programcılar, teknik ekipteki arkadaşlara kabalık yappı üzmüşlerdi. Bir programımızı yaparken, kumanda masasında durmuyorduk ve telefonlara cevap vermek, şarkıları girmek gibi bir sürü şeyi o sırada kumanda masasında bulunmakta olan arkadaşımız yapıyordu. Radyoculara: "Yaptığınız işi çok büyütmeyin, şımarmayın; sizin işinizi herkes yapabilir!" mesajını vermek için mi, yoksa teknik ekip de radyo programları yapmaya merak saldığı için mi bilmiyorum, radyo müdürümüz Ömer Demircan, teknik ekipteki arkadaşların da mikrofon başına geçmelerine, yani radyo programları yapmalarına izin verdi. Fakat bu durum, hiç de iyi olmadı. Bu arkadaşlarımız, mikrofonun karşısına geçince ne konuşacaklarını, ne söyleyeceklerini bilemediler. Sürekli şarkı anons etmeye başladılar. Şunu farkettiler: Onlara radyoculuğun kolay olduğu hissini veren şey, bizim rahatlığımızdı. Bizi dinlerken, radyoculuğun kolay bir iş olduğu hissine kapılmışlardı. Sonradan teknik ekipteki arkadaşlar radyo programları yapmaktan vaz geçti de, onlar da, dinleyiciler de rahat bir nefes aldılar!
"Karşıya geçin sıfıra basın!": İletişim hassas bir iştir!
Bir keresinde bir misafirimizi yurtdışna yolcu etmek üzere oğlumla havaalanina gittik. Misafirimizi Belarus'a yolcu ettik ve aslında bildiğim, ama hatırlayamadığım için bir görevliye metroya nasıl gidildiğini sordum. O da bana bakıp: "Karşıya geçin ve sıfıra basın!" dedi. Bu cevap karşısında ben afalladım ve "Nasıl yani?" diye tekrar sordum. Gözlerim karşıda kocaman bir sıfır aramaya başlamıştı bile! Görevli yine bana: "Karşıya geçin ve sıfıra basın!" dedi. Bu sırada oğlum bana bakarak ve bir yandan da tebessüm ederek: "Karşıya geçin asansöre binin ve sıfıra basın!" demek istiyor baba" dedi. İyi ki oraya oğlumla gitmişim, yoksa akşama kadar karşıda kocaman bir sıfır arardım!
Baştan hüküm vermek
"Avare" adlı meşhur Hint filminin mahkeme sahnesini seyrediyordum. Film Türkçe dublajlıydı. O sahnede sanığa hitap eden hâkim: "Mahkûm" ayağa kalk diye bir ifade kullandı. Ben de bastım kahkahayı. Düşünün yani yargılanmak için mahkemeye gelmişsiniz ve hâkim daha duruşmanın başında size "mahkûm" diye hitap ediyor, ne hissederdiniz? (Filmin devamında bu hata düzeltilmişti ve hâkim sanığa "sanık" diye hitap etti.) İnsanlardan, organizasyonlardan kuşkulanabiliriz ve bu bizim en doğal hakkımız, ama onları daha baştan "makhûm" ilan edemeyiz. Bir gün bir akrabam, bir organizasyon hakkında haksız ithamlarda bulundu. Ben de biraz dinledikten sonra, ona dedim ki: "Bu yapılanmanın temelleri hakkında herhangi bir kitap okumuşluğun, herhangi bir etkinliğe katılmışlığın veya o organizasyondan birisiyle sohbet etmişliğin var mı?" Cevabı koskoca bir "hayır" oldu. Ben artık bu kişiye başka bir şey söylemeye gerek duymadım ve çayımı yudumlamaya devam ettim. O, zanlı veya sanık olabilecek bir tüzel kişiliği "mahkûm" ilan etmişti.
-----------------------

SAVAŞ ŞENEL KİTAPLARI

AZ ACILI VE KALICI İNGİLİZCE-YABANCI DİL ÖĞRENMEK İÇİN PÜF NOKTALARI
Kitabın Tanıtım Yazısı
Kitabın Facebook sayfası
Kitabı buradan satın alabilirsiniz: Kitapyurdu.com

(Kitabı İmzalı Edinmek İsterseniz Bize Yazınız: savassenel@gmail.com)

ÇAY SAATİ İÇİN HAFİF YAZILAR


(Kitabı İmzalı Edinmek İsterseniz Bize Yazınız: savassenel@gmail.com)




(Kitabı İmzalı Edinmek İsterseniz Bize Yazınız: savassenel@gmail.com)
-------------------

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder