17 Kasım 2009 Salı

Şiir: Yağmur-Said Savaş


Şairler (Sanatçılar) Mukkallit-taklitçi olabilirler
Radyoda şiirler okurdum ve beni şiir okurken duymuş olan bir dinleyicimle konuşurken bana: "Gizli ve hiç kimseye anlatamadığınız bir derdiniz mi var?" diye sordu. Ben de: "Herhangi bir insan kadar. Neden sordunuz?" dedim. O da: "Sanki uzaklarda birisine hasret duyuyor gibi şiir okuyorsunuz" dedi. Ben de o anlamda hasret çekmediğimi, ama o duyguyu tanıdığım için geri çağırabildiğimi ve o ruh hâline bürünebildiğimi söyledim.
Yukarda yer alan "Yağmur" adlı şiiri dinleyenlerin de aklına aynı şeyler gelebilir. Ama şairler veya genel olarak sanatçılar, aslında o anda yaşamadıkları bir ruh hâlini geri çağırabilirler veya hissediyor gibi olabilirler. Gerçi Attila İlhan gibi bazı şairler, hissederken yazmışlardır. Merhum şairin bir kadın için yazmış olduğu bir şiiri okuyan bir bayan, Attila İlhan'dan kendisi için de böyle bir şiir yazmasını istemiş. Şair şöyle cevap vermiş: "Ben o şiiri acıdan ağlarken ve bağıra bağıra yazdım. Bu türden bir şiiri durduk yerde nasıl yazayım?"
Ama genel olarak sanatçılar-şairler, o anda gerçekten içinde olmadıklaır bir ruh hâline bürünebiliyorlar. Hatta hiç yaşamamış oldukları bir ruh hâline bürünmeleri de mümkün olabiliyor. Mesela Sesli Kitaplar Yayınevinin kitaplarını seslendiren Tuna Egemen Hanım bir kitapta Difembahya Çiçeğinin anılarını seslendiriyordu. Düşünün bir insan bir çiçeğin (varsa) ruh hâlini nasıl taklit edebilir? Gerçi Orada bir şahıslandırma-intak sanatı vardı. Yani romandaki çiçek de insan gibi bir karakterdi. Ama yine de bir çiçek gibi düşünmek-hissetmek zor olsa gerek. Bununla birlikte Tuna Egemen (bence) bu seslendirmede çok başarılıdır.

Aslında o anda içinde olmadığınız bir ruh hâlini nasıl bürünürsünüz? O ruh hâlini veya benzerini geçmişte geçmişte yaşadıysanız, onu hatırlarsınız. Hiç yaşamadığınız bir ruh hâliyse, mesela yokluksa, sizdeki varlığın tersini yani sahip olduğunuz şeyin yokluğunu ve sonuçlarını hayal edersiniz veya bu hâli yaşayan birisinden etkilenirsiniz. Mesela annesini kendi doğumunda kaybetmiş olan bir öğrencim vardı ve onun ağzından bir şiir yazmıştım. Hâlbuki annem beni doğururken vefat etmemişti ve annemle uzun yıllar geçirme bahtiyarlığını da yaşamıştım. Ama şiiri yazarken, yaşamış olduğum bütün bu güzel şeylerin yokluğunu hayal etmiştim ve hissetmeye çalışmıştım.

Peki o anda yaşadıklarımla veya hissettiklerimle ilgili şiirler yazmıyor muyum? Elbette yazıyorum. Bunun olmaması mümkün mü?

-----------------------

SAVAŞ ŞENEL KİTAPLARI

AZ ACILI VE KALICI İNGİLİZCE-YABANCI DİL ÖĞRENMEK İÇİN PÜF NOKTALARI
Kitabın Tanıtım Yazısı
Kitabın Facebook sayfası
Kitabı buradan satın alabilirsiniz: Kitapyurdu.com

(Kitabı İmzalı Edinmek İsterseniz Bize Yazınız: savassenel@gmail.com)

ÇAY SAATİ İÇİN HAFİF YAZILAR


(Kitabı İmzalı Edinmek İsterseniz Bize Yazınız: savassenel@gmail.com)




(Kitabı İmzalı Edinmek İsterseniz Bize Yazınız: savassenel@gmail.com)
-------------------

11 Kasım 2009 Çarşamba

"Budd (bad)Abi" diye hitap ettiğimiz Budd Friend Jones'la-Diğer kısa notlar-Fikre gelenler



Budd Abi ile birlikte

Budd Abi, çevresinde oldukça sevilen, sayılan ve Chicago'da yaşamakta olan bir rahip. Çevresinde bulunan insanlarca yardımsever, ilgili ve kibar birisi olarak tanınıyor. Kibar ve nazik olmak şartıyla, her dinden ve dilden insana karşı aynı, yapıcı tutum içersinde olduğunu gezimiz süresince de görme şansım oldu. Kilisesinde ayinlerde şarap yerine vişne suyu kullanan ve alkolü dinî törenlerden uzaklaştırma konusunda da duyarlı birisi. Kurala göre, rahiplerin tören sonrasında kalan şarabı içip-bitirmeleri gerektiğinden, zaman içinde rahipler alkol bağımlısı olabiliyorlarmış. Ama vişne suyunu istediğiniz kadar için bağımlı olmazsınız!

Amerika-Chicago'daki Türkler de onu sevdikleri için ona "Budd Abi" diye sesleniyorlar.

Duygularını bastırmak ve tuzlu leblebi

Ben lise ve üniversite hayatımda, bazı arkadaşlarımın yaptığı bazı şeyleri yapmazdım. Bunların "bilmiş" kısmı yanıma gelir ve: "Duygularını bastırma, rahat ol, sende bize katıl, ortamlara takıl!" tarzında amiyane-basit şeyler söylerlerdi. Bu söyledikleri şeyler, ne hayat, ne de ruh için zarurî şeylerdi. Hatta bazen keyif aldıklarından değil, çevre görsün diye veya artık sadece alıştıklarından yaptıklarını da görebiliyordum. Hâlbuki ben hiç bir duygumu bastırmıyordum; çünkü sözgelimi alkol alan tanıdıklarım vardı ve sonuçlarını görebiliyordum ve alkol almak, bedenimin, ruhumun veya zihnimin varlığını sürdürmesi ve gelişmesi zarurî bir şey değildi. Yani doğal bir ihtiyacımı erteliyor veya inkâr ediyor değildim.
Susuzluk çekerseniz ve bu tıbbın normal ve giderilmesi gereken bir ihtiyaç olarak kabul ettiği bir düzeydeyse, su içmeniz gerekir. Bunu yapmaz ve susuzluğunuzu göz ardı ederseniz, bu "bastırma" sayılabilir. Ama sağlığınıza zararlı olduğunu veya en azından yararlı olmadığını düşündüğünüz için, canınız istediği hâlde asitli içecekler içmiyorsanız, bu yaptığınız "duygularınızı bastırmak" olmaz, çünkü tavrınızın sağlam dayanakları vardır. (Psikolog ve psikiyatr okurlarım kusuruma bakmasınlar; yazdıklarımda yanlış bir şey varsa, bana hemen bildirebilirler.)

Fakat bir de işin şu yanı var ki, tuzlu leblebi yerseniz, normalden fazla susamanız kaçınılmaz olur. Bugün bizlere fazlasıyla tuzlu leblebi yediriliyor, yedirilmeye çalışılıyor veya biz de bazen yiyoruz. Bu durumda gereğinden fazla susamanız da normal. Sözün özü bazı konularda zihninize gereğinden fazla girdi yani yazılar, resimler, imajlar vs yüklerseniz, ne kalbiniz, ne ruhunuz ne de zihniniz için gerekli olmadıkları hâlde bazı şeylere "susamanız" da kaçınılmaz olur. Bilgisayar dilinde "GIGA" diye bir terim vardır. "Garbage in Garbage out" yani "Bilgisayara lüzumsuz bilgi verirseniz, elde ettiğiniz çıktılar da anlamsızlaşırlar" Gereksiz şeylere gereksiz yere "susayıp", "duygularınızı bastırma" duruma düşmemek için, öncesinde dikkatli olmak gerekiyor diye düşünüyorum.
ÖSYM ve Katsayı

Bendeniz, Haydar Paşa Endüstri Meslek Lisesi Elektronik bölümünü bitirdikten sonra, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Yabancı Diller Eğitim Bölümüne girip mezun olmuş birisiyim. Bu sayede de 16 yıldır İngilizce öğretmenliği yapıyorum. Ailem ve ben, kazanılmış bir okulu çok önemseyince, ben endüstri meslek lisesine girdim, ama bir de baktım ki aslında ben sosyal bir tipim; yani bütün gün elektronik devrelerle meşgul olamam!Atölyedeki çekmecemde elektronik dergileri değil, edebiyat dergileri veya şiir kitapları bulunurdu ve canı sıkılan arkadaşlarım benden okumak üzere dergi-kitap isterlerdi. Üniversite sınavlarına girdiğimde, saygı duyduğum kişilerin tavsiyelerini ve hayallerimi göz önüne alarak İngilizce öğretmenliğini yazdım ve kazandım. Ama bugünün şartlarında bunu yapmam mümkün değildi. Çünkü meslek lisesi çıkışlı birisi olarak yabancı dil-İngilizce sorularının hepsini yapmış olsam da İngilizce öğretmenliği bölümüne giremeyecektim.

Bu yanlışlık tam düzeldi derken, danıştay itiraz etmiş. İşin ilginç yanı, Danıştay bu konudaki itirazlara "ÖSYM bilir" derken, şimdi de ÖSYM'nin katsayıyla ilgili ve meslek lisesi mezunlarının aleyhine olan karar kaldırılmasına itiraz etmiş. E hani bu işleri ÖSYM bilirdi!

Elektronik bilimini veya bu meslekle ilgili alanlarda çalışanları da gücendirmek istemem, ama şimdi size soruyorum: Benden elektronikçi olur muydu?
Lisede Talk-Show yapardım! Ama yeni haberim oluyor!
Benden niye elektronikçi olmazdı size bir örnekle anlatayım: Endüstri meslek lisesinde öğrenciyken, sınıfımızda sadece bir kaç bayan vardı. Bu bayan arkadaşlardan ikisi "kankaydılar" ve birisi de okulda güzelliğiyle ün yapmış bir kızdı. İtiraf edeyim, benim dikkatimi çeken birisi değildi! Bütün bildiğim ağırbaşlı bir kız olduğuydu. Aslında ben daha çok dergilerle ve kitaplarla ilgilenen bir gençtim. Bir gün, bu iki kız, atelyede yanıma geldiler ve" Savaş, senden bir şey rica edebilir miyiz?" dediler. Ben de: "Elbette, buyrun" dedim. "Sen ve Mehmet çok güzel sohbet ediyorsunuz. Başkalarının sohbetinden farklı bir sohbetiniz var. Siz sohbet etseniz biz de dinlesek, olur mu?" Ben hafif bir şaşkınlık geçirdim ve: "Ne konuda?" diye sordum. Onlar da: "Farketmez, istediğiniz konuda olabilir" diye cevap verdiler. Mehmet adlı arkadaşım, Heybeliada'da büyümüş ve olgun bir çocuktu. Hayat bilgisi ve görgüsü yaşına göre fazlaydı ve onunla sık sık sohbet ederdik. Meğerse bu kız arkadaşlarımız da kulak misafiri olurlarmış. Ben gidip diğer atölyede Mehmet'i buldum ve durumu anlattım. Biz onunla sohbet etmek üzere oturduk ve kız arkadaşlarımız da ellerine birer iş-devre alıp hem çalışmaya hem de bizi dinlemeye başladılar! E artık siz karar verin, benden elektronikçi mi olur, konuşmacı veya yazar mı?
-----------------------

SAVAŞ ŞENEL KİTAPLARI

AZ ACILI VE KALICI İNGİLİZCE-YABANCI DİL ÖĞRENMEK İÇİN PÜF NOKTALARI
Kitabın Tanıtım Yazısı
Kitabın Facebook sayfası
Kitabı buradan satın alabilirsiniz: Kitapyurdu.com

(Kitabı İmzalı Edinmek İsterseniz Bize Yazınız: savassenel@gmail.com)

ÇAY SAATİ İÇİN HAFİF YAZILAR


(Kitabı İmzalı Edinmek İsterseniz Bize Yazınız: savassenel@gmail.com)




(Kitabı İmzalı Edinmek İsterseniz Bize Yazınız: savassenel@gmail.com)
-------------------

Türkiye gezim ve diğer notlarım...


Mardin'de Dara dönüşü Grup Fotoğrafı
Hakan Berberoğlu'nun Türkiye'ye getirmiş olduğu 11 Amerikalı dostumuzla Mardin'e de uğradık. Dara dönüşü bu aile fotoğrafını çektirdik. Ben Siyahî kardeşim Gerald'ın (resme bakanlara göre) sağındayım. Güzel bir gündü ve herkes gayet neşeliydi. Mardin, gerçekten farklı ve güzel bir kent.


İletişim sanat mıdır?
Bir şeyin ne kadar önemli olduğunu anlatmak için onun bir "sanat" olduğunu söylemek hoşumuza gider. Hâlbuki önemsediğimiz şeyi "sanat" olarak adlandırmak, kendimiz de, başkalarını da ürkütür. Çünkü, sanat deyince, akla yetenekli olmak gelir. Evet, her becerinin sanat boyutuna ulaştığı noktalar vardır. Yani yazmak var, Tolstoy gibi yazmak var. Ama Tolstoy gibi yazamıyorsunuz diye, hiç bir şekilde yazmamanız gerektiğini kim söyledi? Ben iletişim veya yazarlık "zenaattir" diyorum. Yani, günlük hayatının bir kısmını bu konuda okumaya ayıran, kendisini bu konuda geliştirmeyi hedefleyen ve yanlışlar yapıp onlardan ders almayı göze alan herkes, bu zenaati, yani iletişim zenaatini öğrenebilir. Herkes kendi hayatından bir şeyleri yazarak veya anlatarak paylaşabilir. Zamanla bunu daha iyi bir şekilde yapmayı da öğrenebilir. Yani iyi bir zenaatçi de olabilir. Sanatçı olma konusuna gelince, belki sanatçısınızdır da, ama önce bir "zenaatçi" olun derim. Sanatçıların ne kadar çalışkan olduklarını göz ardı etmeyelim.

Mükemmelci olma hastalığı
Bir İnsanın, bir konuda ulaşmak istediği hedef "mükemmellik" olabilir. Ama ara basmaklar mükemmel olmayabilir ve genellikle olmazlar da.
Mesela "sıfır hatayı" hedeflemiş olan şirketler, son kullanıcıya sundukları hizmet veya ürünlerde kusursuz olabilirler, ama ara üretim safhalarında hata yapabilirler. Veya ilgilendiğiniz konuda mükemmel olmanız da gerekmez. Mesela yazı yazmak istiyorsunuz ve yazıyorsunuz; hedef kitleniz, sizi mükemmel olduğunuz için değil, farklı olduğunuz için okur ve sever. Elbette zaman içinde kendinizi geliştirip, okurlarınıza daha iyi vermeye çalışın ve mükemmel olmak istediğiniz şey herneyse onda mükemmel olun, ama hemen mükemmel olmayacaksınız. Hele dinlenmek ve nefes almak için, mesela fotoğraf çekmek gibi bir hobiniz varsa, mükemmel olmanıza en azından şimdilik hiç gerek yok. Keyif almaya bakın. Ailelerimiz ve eğitim sistemi hiç bir risk olmayan konularda bile "iyi olacaksan yap, yoksa yapma" diyerek, bizi tutuk bir hâle getiriyorlar. Bizi hayattan korumak isterken, boşluğun, amaçsızlığın ve hedefsizliğin kollarına atıyorlar. Bir çocuğun, söz gelimi, büyük bir sanatçı olmayacaksa bile ebru ssanatıyla ilgilenmesi, televizyon seyretmesinden daha iyi değil mi? Ayrıca, bir sanat dalıyla meşgul olmak bir çocuğa veya herhangi bir yaştaki bir bireye çok şey kezandırır. Mükemmel olmayın demiyorum elbet, sadece hemen olmaz diyorum. Biraz sabır...

Sindirmek ve cezalandırmak iyi bir yönetim taktiği midir?
Hepimiz sevdiklerimizi bazen incitiriz. Ama sevdiklerini sürekli incitmeyi marifet veya yönetim biliminin bir parçası sananlar var ve ben, bu insanları hiç anlamıyorum. Hele bunu erkeklik veya yöneticilik adına yapmak, hepten aptalca. Bir patronum vardı ve insanları suç üstü yapmaktan keyif alırdı. Etrafındaki kişiler, akrabaları da dahil, ürkek tavşanlar gibiydiler.

Mesela bir gün Almanya'da otel odasında yemek yiyoruz. Bankoya gazete sermiştik ve o da kesmiş olduğu meyveyi tam bankonun kenarına koymuştu. Yani ben gazeteye hafifçe dokunsam, meyve yere düşecek. Bana: "Hocam dikkat et, meyveyi düşürme" dedi. Ben de dedim ki: "Siz meyveyi biraz bana doğru itseniz, yere düşme tehlikesi kalmaz, ama sizin gerilim verme ve suç üstü yapma merakınız, buna izin vermiyor!" Sonra da bastım kahkahayı. Bana bakakaldığını bugün gibi hatırlıyorum...

Bu tipler, hesap sormayı çok severler, ama yol arkadaşı olmayı vs bilmezler. Mesela çocuklarıyla oturup sohbet etmezler, ama ceza verme fırsatı çıkarsa kaçırmazlar ve işin acı yanı, aslında doğrusunun da bu olduğunu sanırlar. Peki böyle yaşamaktan ne anlarlar, böyle yaşamak onlara ne verir, anlamış değilim...

-----------------------

SAVAŞ ŞENEL KİTAPLARI

AZ ACILI VE KALICI İNGİLİZCE-YABANCI DİL ÖĞRENMEK İÇİN PÜF NOKTALARI
Kitabın Tanıtım Yazısı
Kitabın Facebook sayfası
Kitabı buradan satın alabilirsiniz: Kitapyurdu.com

(Kitabı İmzalı Edinmek İsterseniz Bize Yazınız: savassenel@gmail.com)

ÇAY SAATİ İÇİN HAFİF YAZILAR


(Kitabı İmzalı Edinmek İsterseniz Bize Yazınız: savassenel@gmail.com)




(Kitabı İmzalı Edinmek İsterseniz Bize Yazınız: savassenel@gmail.com)
-------------------

9 Kasım 2009 Pazartesi

Ne çok şey var yazacak!


Gezerim ben de bazen İstiklâl Caddesi'nde
Dostlarım, arkadaşlarım veya okurlarımın marifetiyle İstiklal Caddesine gittiğim oluyor. Canlı bir yer olduğunu söylemeye gerek yok... İstiklâl Caddesi'ni, en son yurtdışındna gelen 11 Amerikalı dostumuzu ağırlarken akşam vakti dolaşmıştım.
Fotoğraftaki gezintim de, sevgili editörüm Nazar Hanımla olmuştu. Fotoğrafı çeken de odur...

Örgütlenmek iyidir!
Nerede eli-yüzü düzgün bir çalışma varsa, o çalışmanın arkasında bir örgütlenme ve dayanışma görüyorum. Evet o konuda, önce bir kişi yola çıkmış ve diğer kişiler, daha sonradan katılmış olabilirler. Fakat son tahlilde her güzel çalışmanın ardında, sistematik bir örgütlenme bulunmaktadır. Sosyologlar, bir zamanlar, kent yaşamının örgütlenme veya cemaatleşme ihtiyacını azaltacağını söylemişler. Fakat yanıldıkları besbelli! İnsanlar, kent hayatıyla iyice yalnızlaştılar ve ortak değerler sistemine sahip oldukları kişilerle bir arada olmak istiyorlar. Bir insanın geçmişini araştıracak zamanımız yok. Bu sebeple, ortak arkadaşlarımız veya ortak değerlere sahip olan dernekler, oluşumlar veya cemaatler vs vesilesiyle tanıştığımız kişilerle zaman geçirmek istiyoruz. Bazı şeyleri araştırarak zaman harcamak istemiyoruz. Mesela çocuklarınıza özel ders aldıracaksınız, arkadaşlarınıza soruyorsunuz, tanıdığınız veya arkadaşlarınızın tadığı veya fikir dünyasını iyi bildiğiniz birisini arıyorsunuz. Bu bile, en basitinden örgütlenmedir. Çünkü çocuğunuzla buluşturana kadar, öğretmeni tanışmış olmalısınız. Ama bunun için zamanınız yok.

Etrafınıza bakın, beğendiğiniz ama örgütlenmeye dayanmayan bir etkinlik görürseniz, bana da haber verin. Heyecan duyarım, çünkü böyle bir şeye ilk kez rastlamış olurum!
Ben de tarafım, ama hiç kimsenin veya hiç bir düşüncenin avukatı değilim!

Nerden çıktı şimdi bu başlık diyeceksiniz? Tarafızlığı saçma bulurum, dolayısıyla ben de tarafım ve elbette inandığım şeyleri savunurum. Çocukluğumdan beri bende, nazik bir inat da vardır. Yani bir şeyin, bir sistemin veya bir görüşün doğruluğuna inandığım zaman, tersini gösteren ciddî ve ikna edici deliller getirmedikçe, beni ondan çevirmeniz mümkün olmaz. Karşıt görüşü sükunetle dinleyişim ve sakin bir şekilde verdiğim cevaplar, muhataplarımda benim kolayca vaz geçebileceğim hissini uyandırabiliyor. Aslında sukünetle dinlemenin veya sakin bir şekilde cevaplar vermenin, neden bu hissi uyandırdığını anlıyor da değilim! Veya karşımdaki kişilere gösterdiğim saygı, nedense bazen, onlarda zayıf birisi olduğum hissini verir. Gerçi böyle olmadığımı anlamaları uzun da sürmez ya! Fakat yine de kuru avukatlık yapmam.

Eğer birisi benim içinde bulunduğum bir sivil örgüt veya fikir hakkında eleştiriler yapıyorsa, ona kitap veya başka kaynaklar öneririm. Bu kaynakları dikkate alıp-incelerse, o konudaki diyalogumuz sürer. Aksi hâlde o konuda onunla konuşmamayı tercih ederim. Çünkü bir insan, bir konuda saatlerce tartışmaya hazırsa, ama o konuda okumaya veya araştırma yapmaya üşeniyorsa, o konuyla gerçekten ilgili değildir. Onunla, başka konularda zaman geçirsem de, o konuda tartışmam. Çünkü bu, verimsiz bir çaba olur. Hatta o kişi bana hak verse de durum aynıdır. Telkinle kabul eden, telkinle vaz geçer. Araştıran, kendisi karar veren birisi kolayca vaz geçmez, nitelikli bir karar vermiş olur.

Ha araştırsın, okusun, saatlerce konuşalım... Ne demişler: "Delikanlı ol, canımı ye!":)
Yazarlar, mükemmel mi olurlar?
Yazarlar-eğitmenler-danışmanlar, mükemmel insanlar değillerdir. Aksine, bunca yazı, içerdeki kavgaların-muhasebelerin dışa vurumudur; mükemmellik arayışının sancılarıdır veya aslında kendine nasihattır. Fakat bu türlü bir süreç sizi olgunlaştırır ve geliştirir. Dolayısıyla, deneyimlediğiniz konular, duygular veya daha önce yapmış olduğunuz yanlışlarla ilgili olarak söyleyecek sözleriniz ve verebileceğiniz mantıklı tavsiyeleriniz olur. İnsanları, hayattan, hatalardan ve acılardan koruyamazsınız. Bu Allah'ın işidir; onun gücü dahilindedir. Fakat insanlara, yaşadıkları şeylerle ilgili olarak nasıl tepki verebilecekleri, sorunlarını nasıl çözebilecekleri veya çözemezlerse onları nasıl yönetebilecekleri konusunda aklı başında tavsiyeleriniz olur.

Canı yanmamış birisi, sizi nasıl anlasın! Biz de insanız değil mi ama? Canımız yanacak ki, yazacağız!

-----------------------

SAVAŞ ŞENEL KİTAPLARI

AZ ACILI VE KALICI İNGİLİZCE-YABANCI DİL ÖĞRENMEK İÇİN PÜF NOKTALARI
Kitabın Tanıtım Yazısı
Kitabın Facebook sayfası
Kitabı buradan satın alabilirsiniz: Kitapyurdu.com

(Kitabı İmzalı Edinmek İsterseniz Bize Yazınız: savassenel@gmail.com)

ÇAY SAATİ İÇİN HAFİF YAZILAR


(Kitabı İmzalı Edinmek İsterseniz Bize Yazınız: savassenel@gmail.com)




(Kitabı İmzalı Edinmek İsterseniz Bize Yazınız: savassenel@gmail.com)
-------------------

6 Kasım 2009 Cuma

Yeni dönem dersler ve seminerler başlıyor


Seminerler, dersler yeniden ve hızlı bir şekilde başlıyorOfis arkadaşım Ponponla başbaşa geçen günlerimin ve güzel bir Türkiye gezisinin sonunda, dedim ki: "Yeter gari yaz, yaz nereye kadar? E bi yere kadar!"

Şaka bir yana, öncelikle İngilizce-Yabancı dil öğrenimi konusunda "Az Acılı İngilizce", özellikle Gençler için "Yeniden Genç Olsaydım, Neleri daha Farklı Yapardım? 25 hayatî ilke" ve "Sonuç Getiren İletişim" adlı seminerlerimi vermeye başlıyorum. Bunları daha çok söyleşi havasında yapıyorum. Elbette bu seminerleri ilk kez vermiyorum. Bununla birlikte, söyleşilerime daha sistematik ve düzenli bir şekilde ağırlık vereceğim.

"Az Acılı İngilizce" adlı seminerim yabancı dil ve özellikle İngilizce öğrenim yöntemlerini gerçekçi bir şekilde ele alıyor. Şirketlerde, okullarda, küçük gruplarda bu söyleşiyi paylaşıyorum.

"Yeniden Genç Olsaydım" seminerinde muhatap kitlesi özellikle gençler. Onlarla, bence çok önemli olan 25 ilkeyi paylaşıyorum.

"Sonuç Alan İletişim" adlı söyleşimde ise, yazılı ve sözlü iletişimde geçerli olan ilkeleri paylaşıyorum.

Genç Kız Sığınma Derneği'nde, RİDEF (Rize Dernekleri Federasyonu'un organize ettiği bir sabah kahvaltısında "Yeniden Genç Olsaydım" konulu ve oğlumun okulu olan, Şemsi Paşa İlköğretim Okulu'nda yazarlık mesleğiyle ilgili söyleşilerim olacak. Tabi ki Anadolu'ya da açılmak istiyorum. Anadolu'nun farklı yerlerinde, özellikle de memleketim olan Kırşehir'de ve Mardin'de seminerler vermek planlarımdan birisi. Yeryüzünün en eski antik kenti olan Mardin'de, herşey rüya gibi. Bu rüyada yer almak isterim.

---------------

RİDEF'in organize ettiği sabah söyleşisindeki gençlerin bir kısmı okurlarımdan gençler. Ofisimin arkasında geniş bir teras var ve yaz akşamları iş haının yöneticisi Ali AK Beyin yönetiminde, gençler horon öğreniyorlardı. Yaz akşamları onların seslerini duymak ve bazen onları horon oynarken seyretmek hoşuma giderdi. Enerjilerini ve zamanlarını böyle güzel bir şeye harcamaları hoşuma gittiğinden onlara birer kitabımı imzalamıştım.

Sizlerin de davetlerinizi bekliyorum. Şirket kurma çalışmaları, söyleşiler ve derslerle programım yoğun olacak gibi, ama artık yazılarımı temel alan söyleşilere de zaman ayıracağım.

-----------------------

SAVAŞ ŞENEL KİTAPLARI

AZ ACILI VE KALICI İNGİLİZCE-YABANCI DİL ÖĞRENMEK İÇİN PÜF NOKTALARI
Kitabın Tanıtım Yazısı
Kitabın Facebook sayfası
Kitabı buradan satın alabilirsiniz: Kitapyurdu.com

(Kitabı İmzalı Edinmek İsterseniz Bize Yazınız: savassenel@gmail.com)

ÇAY SAATİ İÇİN HAFİF YAZILAR


(Kitabı İmzalı Edinmek İsterseniz Bize Yazınız: savassenel@gmail.com)




(Kitabı İmzalı Edinmek İsterseniz Bize Yazınız: savassenel@gmail.com)
-------------------

4 Kasım 2009 Çarşamba

Yeniden kısa notlar


Sıklıkla düşünürüm Böyle
saçı-sakalı serbest bıraktığım dönemlerden birisinden bir fotoğraf... Düşünür gibi. Aslında düşünürüm de bol bol çocukluğumdan beri. Ama burada poz vermişim herhal. Öyle derin bir düşünce yok zihnimde...
Çocuklarınıza çok sarılın ve onlarla zaman geçirin derim
Oğlumla dolaşmaya çıktığım bazı zamanlar yanıma bir dergi alırdım. Oğlum oynarken, bulunduğumuz yerler genellikle kapalı ve güvenli yerler olduğundan bir gözüm onda, bir yandan da dergiyi karıştırırdım. Derinlemesine okumazdım, sadece öylesine bakardım. Uyanıktım ya... Kültür adamıydım ya... Güya kendimi geliştiriyorum. Bir gün kendime dedim ki: "Sen aptalsın... Sanki dergi karıştıracak başka zaman yokmuş gibi, oğlunla birlikteyken dergi okuyorsun... Hiç bir şey yapmasan bile, oğlunu oyun oynarken seyret. Bir daha aynı yaşta olmayacak." Artık çocuklarımla birlikteyken ilgilendiğim tek şey onlar oluyor. Eğer o anda kendi hâllerinde bir şeylerle ilgileniyorlarsa, onlarla aynı oadada oturuyorum ve orada bir şeyler yapıyorum. Ama benim varlığımı duymalarını sağlıyorum.

Akciğer kanseri sebebiyle
vefat eden bir akrabamın son günlerinde söylediği şu sözler çok dikkatimi çekmişti: "Şimdiki aklım olsaydı, çocuklarımla daha çok ilgilenirdim; onlara daha çok zaman ayırırdım." İnsanları anlamak güç; bize ve
rilen şeyleri hep bizim olacaklar veya hep bizimle kalacaklar sanıyoruz. Özellikle, babalar çocuklarıyla zaman geçirmeyi, ama çocuklarıyla zihnen, kalben ve ruhen zaman geçirmeyi, o zaman parçası içinde gerçekten onlarla olmayı öğrenmeli... Telefon görüşmeleri yapmak, aranan adam olmak pozları veya meşgul görünmek, biz babalara çok "karizmatik" geliyor biliyorum. Ama ilişkileri sadece "karizma" değil, sevgi ve ilgi geliştiriyor ve koruyor.

Hele insanın çocuklarına sarılması... Harika bir keyif... Bahaneye de ihtiyacınız yok, nasılsa sizin çocuklarınız...
Dinler arası diyalog
Bence herkes birbiriyle diyaloga geçmeli. Türklerin veya Müslümanların İslam dünyasının dışındaki coğrafyalarda yanlış tanındığını ifade eden yakınmalar duyuyorum. Bu yakınmaların sahiplerine bu sorunun çözümü konusunda ne yaptıklarını sorduğumda, çoğu sus-pus oluyorlar. Farklı dinden veya farklı görüşten birisiyle oturup-konuşma cesaretini gösteremiyorlar. Bu durum bana üzücü geliyor... Balın varsa, arısı gelir Bağdat'tan, doğru, ama sen de balın emanetçisisin, e biraz da anlatacaksın ve sen de başkalarının yanına, kapısına veya ayağına, ne derseniz deyin, güdeceksin... Bu açıdan dinler arası, medeniyetler arası veya başka konularda diyalog kurmak çok önemli. Barışta ter dökmeyen savaşta kan döker. Ne gerek var? Biz ter dökelim de gerisi Allah'ın işi.

Anneannem

Ben çocukken, merhum anneannemin ihtiyaç sahibi bir kadını bahçeye buyur edişine ve onu ağırlamasına şahit olmuştum. Kadına nazikçe yer gösterildi. "Ne istiyorsun?" sorusu yerine "Bir şeye ihtiyacın var mı?" dendi. Sonra ihtiyacı olan şeyler nazikçe verildi ve kadın nazikçe yolcu edildi. Şu anda anlıyorum ki, anneannemin tavırlarındaki zarafet, onun aldığı terbiyeden ve en önemlisi beslendiği gelenekten geliyordu. Önceleri zengin olan, ama sonraları fakir düşmüş bir ailenin kızıydı ve varlıklı dönemlerinde ailenin cömert olduğu anlatılırdı. Şimdi bir insana iltifat etmek için doğru kelimeleri veya üslubu bulmakta zorlanıyoruz... Biz büyürken aslında üzerimize sinmiş olması gereken değerleri edinmek için durmadan okuyoruz ve dinliyoruz. Bu süreç bazen çok da yorucu oluyor. Bize geçmişten hiç bir şey kalmamış ve ne yazık ki bir medeniyet kurmak için yüzlerce yıl gerekiyor. Anneannemle ilgil ibu hatıram belki 7-8 yaşındamdan kalmadır, ama o gün de beni çok etkilemişti ve şimdi de beni etkiler, hem de daha derin bir şekilde.


Gönül saraya benzer, illaki açık veya açılacak bir kapısı vardır:
Katma değersiz veya ortak değerler olmadan aşk bir işe yaramaz diye düşünüyorum. Sevdiğiniz kişi, sadece aşık olduğu için sizinle evlenmek istiyorsa, onu düşünmeye davet etmelisiniz. Acaba sizi tanıyor mu? Değerlerinizin farkında mı? Yarın aşk, dayanışmaya, sevgiye ve saygıya gerek duyunca, size aşık olan kişi sizi olduğunuz gibi kabul edebilecek mi?
Aşıklara da gelince, şunu unutmayın: bağlandığınız kişiye sadece aşkla gidilmez. En iyisi önce onu tanımaktır. Onu tanıdığınızda, belki de onunla yaşayamayacağınızı anlayacaksınız. Evet gariptir, ama aşık olduğunuz kişiyle hayatınızı geçiremeyebilirsiniz veya bunu gerçekleştirmek, çok fazla fedakârlık isteyebilir. Diyelim ki, aşık olduğunuz kişiyle, hayatınızı geçirebileceğinizi de anladınız, (ki bu beni sizin adınıza çok sevindirir) onu etkilemek istiyorsanız, sürekli aşktan değil hayattan söz edin. Okuğu kitapları, seyrettiği filmleri veya her neyi seviyorsa (gerçekten) merak edin, ama rol yapmayın. Mesela çiçek bakımıyla ilgisi varsa, ama sizin ilginiz yoksa, tutup da "saksı çiçeklerini severim" demeyin. Bu çok büyük bir hata olur ve hayat boyu rol yapmanızı gerektirebilir; gerçi fena da olmaz, rol yapayım derken bitkileri tanımış olursunuz! Ama en iyisi "saksı çiçeklerine karşı fazla bir ilgim yok, hangi çiçeklerin bakımı kolay olur?" deyin. Dürüst olun. Bu basit soru, ilgi duyduğunuz kişinin sizinle saatlerce sohbet etmenizi sağlayabilir. İnsanlar, ne denli çok sevseler de, bir şeyler paylaşamadıkları kişilerle görüşmüyorlar veya görüşseler de bir süre sonra iletişim kopuyor... İlgi duyduğunuz kişiye hemen aşk gibi ağır bir yükle gitmeyin, basit paylaşımlarla yaklaşın, zaman tanıyın... Ürkütmeyin yahu!
Erkek olmanın dayanılmaz Ağırlığı
Kadın olmanın zorluklarını yazdım çoğunlukla... Bugün de dedim ki: "Ha biraz da erkek olmanın zorluklarını anlat yahu!" Gerçi insan olmak zor, hele iyi bir insan olmak ve öyle kalmak daha zor. Bitip-tükenmeyen iç muhasebeler, kararlar, yenilgiler, yeniden başlamalar... Size bakan ve sizden güç alan kişilerin beklentileri, haklı olarak sizde görmek istedikleri haller ve tavırlar. Dürüstlüğün her gün yeniden ortaya konulması gereken bir tür performans oluşu. Nasıl bir şarkıcı, becerilerini ve yeteneğini her sahneye çıktığında yeniden göstermek zorundaysa, insan da dürüst olduğunu her an, her saat ve her gün göstermek zorundadır.
Erkeklerin işi bundan zor; Sosyal hayatın içinde bulunmaları ve "ekmek parası" için çalışıyor olmaları, onları bir sürü seçenekle başbaşa bırakıyor. Ne yazık ki bu seçeneklerin önemli bir kısmı da bir yandan çekici ve bir yandan yanlış seçeneklerdir ve her seferinde yeniden seçimler yapmak zorundadırlar. Fakat erkekler bazen doğru şeyleri seçemiyorlar. Yorgunlar, yetemeyebiliyorlar ve desteğe ihtiyaçları oluyor. Ama erkeklere bu desteği verirken, gururlarını incitmemek çok önemli. Yoksa, erkeklerin aslında desteğe ve tavsiyeye açık olduklarını düşünüyorum.
Sivil insiyatif, katılım çağrıları ve ukelalık
Toplumda örgütlenmeler arttığında veya sivil inisiyatif geliştiğinde, sizlere de çok teklif gelir. Çünkü bireysiniz, hayatın içindesiniz ve sizi seven veya tanıyan birilerinin listesindesiniz. Size hergün yeni teklifler gelebilir. Yani devlet her işi çözse ve insanlar sadece dinlenmeyi ve eğlenmeyi düşünseler de, yeni teklifler karşınıza çıkacaktır: Yeni bir derneğe katılmak, gezi davetleri vs vs.
Size gelen her daveti kabul etmeniz gerekmiyor ve nazikçe reddedebilirsiniz. Ama bana komik veya ukelaca gelen cevaplardan birisi "beni bu işlere bulaştırma" vs gibi, davet edeni mahcup etmeye yönelik, davet edileni de "bulunmaz Hint kumaşıymış gibi gösteren ifadelerdir. Networking-insan örgütleme, bu yüzyılın ve geleceğin dünyasında hayat damarı gibidir. fırsatlar, dayanışma, çözümler hep insanlarla gelir. Yani herkesin diğer insanlara ihtiyacı vardır. Düşünsenize düğün yapıyorsunuz, ama hiçkimse gelmiyor, ne kadar kötü olurdu!
Sizin derdiniz, sosyal hayatın sorunlarına uzak bir duruşla, akşamları sadece televizyon seyretmek ve kendi çocuklarınızı mutlu görmekle yetinmekse, bu ilgisizliğiniz, sizden bu saadeti de alır. Bunu kesinlikle söyleyebilirim. Çünkü misyonu olmayan ailelerin çok sıkıcı ve verimsiz bir hayata sahip olduklarını görüyorum. Herhangi bir şeye "bulaşmamak" için, sosyal sorunlarda çözüm ortağı olmaktan kaçınmış ailelerin "bitkisel bir hayata" sürükleniyorlar ve ben bu durumu sıklıkla görüyorum. Bir aile, öğrencilerle ilgilenmek, burs toplamak veya iş amaçlı olarak insanlarla temaslarda bulunuyorsa, hayatları daha canlı ve heyecanlı oluyor. Evet bu türden işlerin getirdikleri bir stres vardır. Ama heyecanı ve neşesi daha çoktur.
Bence sevdiklerinizi bir şeylerle ve doğru şeylerle meşgul edin, yoksa nasılsa bir şeylerle meşgul olacaklar...
Dört bir yanımız düşmanla mı çevrili?
Çocukken bize Türkiye'nin dört bir yandan düşmanla çevrili olduğu öğretildi. İnsanların veya ülkelerin potansiye düşman olabilecekleri doğru. Türkiye'nin güzel ve saygın bir kadın gibi, hayranlık uyandırdığı da doğru. Bir çok kişiye bazen temiz olmayan ihamlar verdiği de doğru. Ama yahu, herkese "düşman" gibi davranamayız ki? Yap politikanı, gözet çıkarlarını ve dikkatli ol. Dikkatini, özenini ve akıllı olduğunu görsünler. Cayarlar, değişirler veya arzuları içlerinde kıpırdar durur, ama açığa çıkamaz.
Bir zamanlar birisiyle çalışmıştım. İnsanların "O---- çocuğu" olduklarını söylerdi. (Bu açıklığımı belki bana yakıştıramadınız, ama bu kişinin sefaletini hissetmeniz için böyle yazmam gerekiyordu... Af buyrun) Bazı insanların her zaman, her insanın bazen kötü olabileceklerini, ama insana saygı duymamız gerektiğini ona anlatırdım. Zamanla farkettim ki, aslında kendi kötülüğünü anlatıyor, insanları kendisi gibi görüyormuş; çevresinde zarar vermediği veya vermeye çalışmadığı hiç kimse kalmamıştı. Başkalarından beklediği kötülükleri, kendisi çevresine yaptı.
İnsanların veya ülkelerin potansiyel birer tehlike olabilecekleri doğru, ama bunu yönetmek sizin işiniz. Herkese "hırsız" veya "cani" olabileceklerini hissettirirseniz, iyi niyetli olanlar rahatsız olurlar ve etrafınızda sadece hırsızlar veya caniler kalır diye düşünüyorum.
-----------------------

SAVAŞ ŞENEL KİTAPLARI

AZ ACILI VE KALICI İNGİLİZCE-YABANCI DİL ÖĞRENMEK İÇİN PÜF NOKTALARI
Kitabın Tanıtım Yazısı
Kitabın Facebook sayfası
Kitabı buradan satın alabilirsiniz: Kitapyurdu.com

(Kitabı İmzalı Edinmek İsterseniz Bize Yazınız: savassenel@gmail.com)

ÇAY SAATİ İÇİN HAFİF YAZILAR


(Kitabı İmzalı Edinmek İsterseniz Bize Yazınız: savassenel@gmail.com)




(Kitabı İmzalı Edinmek İsterseniz Bize Yazınız: savassenel@gmail.com)
-------------------