21 Mayıs 2009 Perşembe

Neden Futbol maçlarını seyredemiyorum-futbolla ilgilenemiyorum?

Bir gün vapurda, güvertedeydim ve kulaklıklarımı takmış, İngilizce bir roman dinliyordum. Önümdeki sırada oturmakta olan bir genç: “Kaç-kaç ağabey?” diye sordu. “Maç kaç kaç?” bile demedi. Ben de şaşkın ve mahcup bir şekilde gülümseyip: “Bilmiyorum yahu! Ben maçı dinlemiyorum ki?” demiştim. Ben, o gün maç olduğundan veya kimler arasında oynandığından bile haberdar değildim. O “kaç kaç?” deyince, böyle bir sorunun ancak bir maçla ilgili olabileceğinden yola çıkıp, o akşam önemli bir karşılaşma olduğunu anladım. Sanki maçtan haberim varmış, ama dinlemiyormuşum gibi cevap vermemin sebebi buydu.
Yaklaşık 10 yıl önce bir telefon almıştım, arayan Fenerbahçe’de oynayan ve İngilizce öğrenmek isteyen ünlü bir futbolcuydu (tabîi ben bunu sonradan öğrendim) Ben bu kibar insanı hatırlamadım; daha doğrusu tanımadım bile! “Kusura bakmayın, futbolla ilgisiz olduğum için sizi tanıyamadım” diye özür dilemek zorunda kalmıştım!
Futbolla ilgili yaşadıklarım üzerine, kendimle ilgili kısa bir muhasebe yaptım. Futbol, Amerika’nın kontrolü dışında büyüyen tek sektördür ve yanılmıyorsam yılda 400 milyar dolarlık bir ciroya sahip bulunmaktadır. Buna rağmen, takım oyunu olması dışında ilgimi çeken bir yanı yoktur. Çünkü futbolla aramda duygusal bir bağ yoktur; daha doğrusu bir duygusal bağ var, ama bu duygusal bağ sevgiye ve ilgiye dayanan bir bağ değildir. Sanıyorum sebebi şu:

Ben bir ortaokul öğrencisiyken, televizyonda önemli bir maç vardı. Ben o dönem futbol maçları seyrediyordum, ama o gün nedense o karşılaşmayla ilgilenmemiştim. Benim maçı seyretmediğimi gören ortanca dayım hiç unutamadığım bir merak ve ciddiyetle: “Sen neden maçı seyretmiyorsun, erkek değil misin?” deyince ben büyük bir kızgınlığa kapıldım. Bu öfkemin sebepleri şunlardı: Birincisi erkek olmakla maç seyretmek arasında, bana göre, hayatî bir ilişki yoktu. İkincisi bir çocukla böyle konuşulmazdı! Her nasılsa bu iki hatayı görebilecek olgunluktaydım ve çok kızmıştım!

O günden sonra ne futbolla ne de futbol maçlarıyla ilgilendiğimi hatırlıyorum. Bu durum beni, sıklıkla mahcup ediyor, çünkü bu konuda gerçekten ilgisiz ve de bilgisizim!
Futbol maçları seyretmemek bana çok zaman kazandırdı! Daha net bir şekilde söylersem, bu zaman tasarrufu haftada 5-6 saati buluyor! Ben de bu zamanı derslere, seminerlere, tercümelere, okumalara ve yazmaya ayırıyorum. Bakalım futbolla ne zaman ilgilenmeye başlayacağım!

-----------------------

SAVAŞ ŞENEL KİTAPLARI

AZ ACILI VE KALICI İNGİLİZCE-YABANCI DİL ÖĞRENMEK İÇİN PÜF NOKTALARI
Kitabın Tanıtım Yazısı
Kitabın Facebook sayfası
Kitabı buradan satın alabilirsiniz: Kitapyurdu.com

(Kitabı İmzalı Edinmek İsterseniz Bize Yazınız: savassenel@gmail.com)

ÇAY SAATİ İÇİN HAFİF YAZILAR


(Kitabı İmzalı Edinmek İsterseniz Bize Yazınız: savassenel@gmail.com)




(Kitabı İmzalı Edinmek İsterseniz Bize Yazınız: savassenel@gmail.com)
-------------------

6 Mayıs 2009 Çarşamba

Ben “Bungee Jumping” (bunci: camping) yapmış bir yazarım!


Bir televizyon programında "bungee jumping" yapanları görüp “Ahha! İşte bu!” dediğimi hatırlıyorum! O günden sonra kendimi zihnen bu spora hazırlamıştım ve bir gün kendimi boşluğa bırakmak için fırsat bekliyordum! Tabi ki gerekli güvenlik önlemleri alındıktan sonra ve bedenime sağlamca bağlanmış olan kalın ve esnek bir urganla birlikte! Fakat bu sporda “size matters!” yani boyut önemlidir. Atlayışı yaptığınız yerin derinliği veya yüksekliği 50 metre, ama urgan 60 metreyse, 10 metre fazlanız var demektir ve bu ne zenginlik ne de cömertliktir, sadece felakettir!

Aslında bu teşebbüsümü Amerika’daki Grand Canyon’da veya Boğaz köprüsünde ortaya koymak istiyordum. Ama çalışmakta olduğum üniversitedeki yaz festivalinde fırsat ayağıma gelince, fazla nazlanmadım! Çünkü küçük bir adımın zararı olmazdı.

Önce adımı listeye yazdırıp sıraya girmiş oldum. Daha sonra beni görenleri ve öğrencilerimi atlayışımı seyretmek üzere davet ettim! Bazı bilmiş hocalarımız: “Ya hoca şaka yapma!” gibi sözler ettiler. Hâlbuki ben ciddiydim, ama bu tipler genellikle karşılarındakini “okuyamazlar” ve sizin yemin-billah etmenizi beklerler. O da bende yok!

Derken okulun geniş meydanına indim. İlgili görevliye gidip, güvenlik ihmali hariç, sporun doğasından dolayı herhangi bir sağlık sorunu ortaya çıkarsa, tek sorumlunun ben olduğumu belirten bir kâğıdı imzaladım. Daha sonra da atlamayı yapacağım iskeleye binip görevli genç arkadaşla birlikte yaklaşık 40 metre yukarıya çıktık. Aşağıya baktım; herkes minicik görünüyordu!

Bu tür durumlarda beklemenin korkuya sebep olduğunu biliyordum. İskeledeki görevli beni teçhizatla donatırken ona şunu söyledim: “Bana “yapabilirsin” de bakim!” O da: “Hocam tabî ki yapabilirsiniz” dedi. Ben de: “Tabî ki yapabilirim!” diye cevap verdim. Sonra hiç beklemeden kendimi boşluğa bıraktım!

Boşlukta süzülürken, kalın urganın sizi çekeceği anı beklersiniz ve en sonunda, bir el sizi birden yakalar gibi bu esnek urganın ucunda asılı kalıp-sallanmaya başlarsınız. Sonra sizi aşağıya indirirler! Derken yoğun bir alkış tufanı! Bu spor, balık tutmaktan farklıdır ve illa ki seyircileriniz olmalıdır!

Sonradan öğrendiğim ve güldüğüm bir şey oldu. Bir televizyon kanalı orada çekim yapıyormuş. Fakat bungee jumping yapan bir üniversite hocasını değil de, kendi sunucularını bu sporu yaparken çekmişler! Süper bir habercilik anlayışı!

Sonraki günlerde bir gün üniversitenin tanıtım bürosuna gittim, bir de ne göreyim? Benim yaptığım atlayış videoya alınmış ve kayıt bürosunda gelen-giden seyrediyor! Ama görüntüyü alttan aldıkları, uzaktan çekim yapmadıkları, yani boşluğu ve derinliği iyi vurgulayamadıkları için, bendeniz 40 metreden değil de, sanki 2 metre yükseklikteki pencereden atlar gibi, yani çok komik görünüyordum! Hele "olgun bir armut" gibi sallanışım çok komikti! Yani yukardaki fotoğraftaki güzellik, benim olayımd ayoktu!

Ne diyeyim: Allah bizi kompozisyon ve estetik duygusu olmayan kameramanlardan ve fotoğrafçılardan korusun! Ben o kadar yüksekten atlayayım, sen bu güzelliği estetik açıdan "öldür!" Bana reva mı?

-----------------------

SAVAŞ ŞENEL KİTAPLARI

AZ ACILI VE KALICI İNGİLİZCE-YABANCI DİL ÖĞRENMEK İÇİN PÜF NOKTALARI
Kitabın Tanıtım Yazısı
Kitabın Facebook sayfası
Kitabı buradan satın alabilirsiniz: Kitapyurdu.com

(Kitabı İmzalı Edinmek İsterseniz Bize Yazınız: savassenel@gmail.com)

ÇAY SAATİ İÇİN HAFİF YAZILAR


(Kitabı İmzalı Edinmek İsterseniz Bize Yazınız: savassenel@gmail.com)




(Kitabı İmzalı Edinmek İsterseniz Bize Yazınız: savassenel@gmail.com)
-------------------

2 Mayıs 2009 Cumartesi

Çengelköy’de Yağmurlu Bir gün!


Geçen günlerden birisinde Çengelköy’e bir aile ziyaretine gittik. Bu görüşmemizde Amerika’da, Chicago’da “Dinler arası Diyalog” (Interfaith) çalışmalarında yer alan Hakan Berberoğlu ve ben, ailelerimizle birlikte Senarist arkadaşımız Erhan Turan’ın evine davetliydik. İki küçük bebeciğin aramıza katılmış olmasını kutlamakla birlikte, çeşitli şeylerden konuştuk.

Çengelköy ziyaretimiz yağmurlu bir günde oldu. Gidip-dönüşümüzde Çengelköy’le ilgili hatıralarım canlandılar:

Üniversite’de çalışırken, servis otobüsümüz günde iki kez Çengelköy’den geçerdi. Sabahları Üsküdar’dan bindiğim servis, sahil yoluyla Çengelköy’den geçerek Fatih Sultan Mehmet Köprüsü’ne, yani Kavacık’a geçer ve oradan da Fatih Üniversitesi’ne, yani Hadımköy’e doğru devam ederdi. Akşamları da aynı yoldan geçip geri gelirdik. Böylece haftada beş gün ve sabah-akşam İstanbul’un en güzel yerlerinden bir kısmını görmüş oluyorduk.

Otobüsümüz Çengelköy’den geçerken bir bayram yerinden geçtiğimiz hissine kapılırdım. Çünkü çok canlı ve hayat dolu bir yerdir. Yol tam çarşısının içinden geçtiği için, biz de oradaki hayatının içinden geçmiş oluyorduk. Bazen sabah veya akşam, oradaki taş fırının küçük simitlerinden alıp otobüste kendimize küçük bir ziyafet çekerdik! Koca otobüs dar yolda bekleyemediği için ağır giden trafiği fırsat bilip, bazen ben, bazen bir öğrenci otobüsten biraz önce inip fırına gider simitleri alıp sonra yanına gelen otobüse binerdi.

Havanın geç karardığı yaz akşamlarında, otobüsten Paşa Limanı Kafe’de iner ve orada çay içip biraz kitap okurdum. Bir gün hava hafif serin olduğu için kimseciklerin oturmadığı açık kısma ve denize yakın masalardan birisine oturup Mustafa Kutlu’nun “Uzun Hikâye” adlı eserini orada başlayıp-bitirdiğimi hatırlıyorum.

Aynı servisle okula gidip-geldiğimiz evli bir bayan öğrencimiz eşime: “Benim eşim öyle kendi başına kafeye gidecek onunla yolarımı ayırırım!” demişti de, eşim bana bunu anlatınca gülmekten kırılmıştık! Tabi daha sonra o öğrenciyle onun adına “faydalı” bir konuşma yaptığımızı söylememe gerek yok!

Çengelköy’ü görün, özellikle çarşının-yolun hemen yanında ve deniz kenarındaki çay bahçelerinde dostlarınızla buluşup sohbet edin derim!

-----------------------

SAVAŞ ŞENEL KİTAPLARI

AZ ACILI VE KALICI İNGİLİZCE-YABANCI DİL ÖĞRENMEK İÇİN PÜF NOKTALARI
Kitabın Tanıtım Yazısı
Kitabın Facebook sayfası
Kitabı buradan satın alabilirsiniz: Kitapyurdu.com

(Kitabı İmzalı Edinmek İsterseniz Bize Yazınız: savassenel@gmail.com)

ÇAY SAATİ İÇİN HAFİF YAZILAR


(Kitabı İmzalı Edinmek İsterseniz Bize Yazınız: savassenel@gmail.com)




(Kitabı İmzalı Edinmek İsterseniz Bize Yazınız: savassenel@gmail.com)
-------------------